Cumartesi, Aralık 27, 2008

niptuck..

yaptırırsam, ki çok düşük bir ihtimal, böyle birşey olacak..


dergi kapağında gördüğüm ve asıl aradığım görsel bunlar değildi ama idare edeceğiz artık..


ve alırsam,ki yakın zamanda pek olamayacak ama, şunlar gibi birşey olacak..

Pazar, Aralık 21, 2008

avuç içi kadar..

aklıma takıldı..

farklı parfümler sürünmüş onca kişiye sarılıp, sigara dumanı kokan mekanlara girip çıkmama rağmen.. burnumda neden bir koku sabitlendi... neden o koku..püff..

koku demişken, burunları hassas hayvanlar kediler; çöplerin içine gömülüp yemek ararken pis çöp kokularını nasıl burunardı edebiliyorlar.. mideleri bulanmıyor mu.. algı seçiciliğiyle beraber tıkacılığı da yapabiliyorlar mı..

seversen sevilirsin, sev ki sevilesin gibi şeyler falan filan derler ya.. öyle olmaz ama hani ya da yorum farkıdır.. neyse,benim en sadık sevgililerim sayılar.. ben onları çok sevdiğimden onlar da bana oyunlar oynayıp sevindiriyor.. yoksa saate 17, 27, 37 ve 47 geçe bakmış olmamın başka bir açıklaması olabilir mi.. takıntı mı?? tesadüf mü??.. yok canım, ben sevgiden diyorum... yorum farkı diyelim buna da o halde..

avuç içi kadar mutluluk yeter diyor ya şarkıda.. avuç içi kadar mutluluk az mı.. sevdiğiniz birinin yüzünü avcunuzla iki yandan sarsanız, duyacağı ve duyacağınız mutluluk mesela.. dimi.. değil..

hmm.. ben mağazada falan birşey gördüğümde, aklıma biri(ler)ini getiriyorsa onu almayı ve hediye etmeyi seviyorum.. hatta kendime engel olamıyorum, o derece ki, samimi olduğum kişiler hadi neyse de, bazen çok yakın olmadıklarıma da yapıyorum... bu beni tuhaf gösteriyor olabilir mi ki...

sesim kısıldı.. iş çıkışı normalken sabah kalktığımda boğumlanmıştı.. gerçi karizmatik de denebilirdi ama teşbihte hata olmasın daha çok travesti gibiydi.. buna rağmen yılmadım ve toplum içine karıştım.. kağıt ve kalem almayı da ihmal etmedim.. konuşabilmenin değerini anladım.. konuşmayabilmenin rahatlığını yaşadım... susmanın zorluğunu kavradım... sanırım..

ve benim bir ağacım var artık.. çok şirin.. onu sevgiyle beslesem büyür mü.. hihi...

Cumartesi, Aralık 06, 2008

servise koşarken..

sabah servise giderken genellikle yeter vaktim olsa da, yetişemeyecekmiş endişesiyle yürürkoşarım.. o sabah(0412) gerçekten geç kalmış ve koşturarak gidiyordum ki, gökyüzü ve caminin ışıkları aklımı çeldi.. saniyeler içindeki, çekerim çekemem.. çekmeye kalkışırsam servise geç kalırım düşünceleri arasında cep telimi çıkardım ve yavaş koşuyla çekmeye çalıştım.. zati çok başarılı fotoğraflar çekemeyen makinem yağlı boya tablo çıkardı...
bu fotoğrafı renk severlere armağan ediyorum.. (ne demek niye,alla allaaa içimden geldi sana ne..) ehe..

Pazar, Kasım 30, 2008

yapmak isteyip yapamamak...

epey bir süredir otobüse binmemiştim, bugün değişiklik oldu bana..
şansıma yer de buldum..
birkaç durak sonra o bindi.. beyaz balıkçı üzerine beyaz tişört giymişti.. o kadar temiz, saf ve güzel görünmesi o beyazlıktan mıydı bilmiyorum.. ama üzeri ince değil miydi biraz..
ve sonra bana doğru yaklaşınca farkettim ki şortluydu da.. bu havada şort...
ayağında futbol için spor ayakkabısı.. çorapları daha dizine bile ulaşmamış, kısa... belli ki maça gidiyor ama, duruma, havaya uymayan bir görüntü gibi aslında..

bir an onun hissettiği ısıyı hayal edebilmek için üzerimdeki kabanın, hırkanın olmadığını vs düşündüm.. otobüsün içi fena değildi ama ürperdim yine de... o hiç üşümüyor gibiydi gerçi, bir de kendinden emin..
içimden sormak geldi, üşümüyor musun böyle diye.. soramadım tabii..hem salak ben.. dizine kadar uzun çorabı vardı da mı giymedi ya da üzerine giyecek montu, hırkası vardı da o mu bıraktı.. bir ihtimal tabii, belki annesinin ısrarına rağmen inatla giymedi montunu.. ama abisi olduğunu tahmin ettiğim diğerini incelediğimde, durumun inattan farklı olduğunu hissettim..
ve ne yapmak istedim..
maç yaptıktan sonra terlersin,böyle olmaz deyip çıkartıp hırkamı ona versem.. büyük müyük gelir ama... yok olmaz...
çıkartıp para versem... yuh.. oha bana yani..
buralarda üstbaş neresi satar ki... ama bu saatte bakkallar daha yeni açılıyor..bu da olmadı...

onlar otobüse bindiğinden itibaren başlayan ne yapabilirimlerle dolu cebelleşme süreci..

beylerbeyi'ne geldiğimizde indiler.. oradaki sahaya gidiyorlardı belli... geleceğin futbolcusu ve abisi..
bir anda ışık yandı bende.. üsküdar'a gidinceye kadar vakit de geçer, mağazalar açılır nasılsa.. nerede indiklerini de biliyorum.. birşeyler alır, geri döner onlara veririm.. olmaz mı.. olur mu.. yapmalı mıyım.. yapmamalı mıyım.. niye.. nasıl..
kılıfı bulmuştum.. 'eminim annen çok ısrar etti ama sen inatla giymedin.. ama sporcu kendine bakmalı' deyip aldıklarımı verecektim..

üsküdar'da sabah oldu niye derler ki..olmamıştı.. gün pazar ondan mı.. çorapçı da kapalıydı, spor mağazası da, ihraç fazlası falan satan yer de... hayal kırıklığım, iç burukluğum.. keşke herşeye rağmen hırkamı verseydim diye iç geçirişim..

dua edebildim sadece.. allahım sen o temiz çocuğu, abisini ve diğerlerini koru, gözet, yollarını aç...

Salı, Kasım 11, 2008

mustafa..

ne diyerek başlayayım.. can dündar'a çok teşekkür edeyim mesela, ilk satırdan..

film henüz vizyona girmemişken, ancak konuşuluyorken yine de, "can dündar nasılsa rahat, kimse onun atatürk sevgisini sorgulayacak değil, kendisi öyle bir konumda değil ki" şeklindeki görüşteydim.. film izlendikten sonra konuşulanları az çok duyunca, neler oluyormuş bu ülkede dedim yine.. neyse..

filmi izledikten sonra neler hissettim, neler düşündüm.. bundan kime ne, ama azcık birazcık söylemesem olmaz.. teşekkürümü sebeplendirmem gerekir diye belki..

bir kişiye, bir kesime değil herkese yapılmış bir atatürk filmi mustafa, ama daha çok da ezber sevmeyenlere..
kimi eleştirilerin tam tersine, tam da bu zamanlarda yapılmasının en iyisi olduğu.. herkesin, başını önüne mi eğer, şapkasını önüne mi koyar, aynanın karşısına mı geçer bilmem, nasıl yaparsa yapsın, olan biteni herşeyiyle düşündüren bir film..

mustafa kemal mitoloji karakteri, 'super' kahraman, hayal ürünü falan değil.. sihirli değnek kullanmadı.. tamam biliyoruz da, gerçekten biliyor muyduk diye dürten bir film...

hırslı, kararlı, cesur, kafaya koyduğu şeyi yapmanın ne demek olduğunu, ne sonuçlar getirebileceğini bilen, gören ve bunlara rağmen vazgeçmeyen bir devlet adamı.. bir erkek.. bir insan filmi...
atatürk sevgimi yoğunlaştıran bir film..

satırları, kelimeleri çekip bükerek anlatılacak, eleştirilecek parçacıklı bir film değil ama.. bütünüyle film..

aslında öz olarak, izlemeniz gereken bir film...

sevgiyle..

Pazar, Kasım 02, 2008

vizesiz bir hayat olsun..

yani vizesiz bir dünya olsa, istediğimiz zaman oradan oraya gezebiliyor olsak..

öyle ya üç günlük hayat, başka topraklara ayak basıp, farklı havaları solumak istediğimizde ayrıntılarla uğraşmasak.. (gerçi yani ülkende heryeri gezdin mi diye soran olabilir.. ama konuyla ilgisi yok diye cevaplayacağım..)
konu dünya vatandaşı olabilmek.. ama asıl konu bu da değil yine..

vize öncesi pasaport yenileme sürecinde işyerinden izin alıp, bir anda yaşamaktan bezdiğim ve hayatı iki satır arasına sıkıştırdıktan sonra herşeyden vazgeçebilecek ruh haline büründüğüm, güneşli sayılabilecek bir gündü... tüm bunların hepitopu emniyet müdürlüğü, banka, emniyet müdürlüğü zigzagları çizdiğim yarım saatlik süre boyunca olduğu düşünüldüğünde, ya hayatı hızlı yaşıyordum ya da kısaltıyordum.. neyse..

canıma tak demişti.. işlerim neden ters gidiyordu, daha 2 hafta önce pasaport harcı emniyette yatırılabiliyorken şimdi tam da ben yapacakken değişmişti sanki.. bankadakiler de başka bir gıcıklıktı... neden yaşıyordum ki, neden pasaport yenilemeye, neden gezip dolaşmaya, hayattan keyif almaya çalışıyordum ki.. bunları yapsam da yapmasam da ölecektim, birgün.. kime ne, ne yaptığımdan, neden yaptığımdan.. bana ne.. amaan şeklindeydim...
ve ve birşey yeşerdi.. evet evet.. olumluluk meleğim ancak uyanmıştı..ve fısıldadı.. hadi burda oturup kendini yiyeceğine git ortaköy'e bi kahvaltı yap, nasılsa beklemek zorundasın bari karnını doyur.. allahım!yine çok mantıklıydı..

tost falan yemeyecektim.. kahvaltıydı madem kahvaltı olmalıydı..
tabağım öyle çok alengirli değildi, ama gelmesiyle keyfim arttı.. hava güzel.. iş saatinde ben ortaköy'deyim, az biraz özgürlük.. rutinin dışında bir durum.. oohh..
kendimi harika hissediyordum, işe döndüğümde arkadaşlarım bana ne olduğunu falan sordular, pms bile vız gelir.. o derece.. eheh..


ertesinde pasaportumu almaya gittiğimde diyaloğa girdiğim polis memurunu anmadan geçemeyeceğim.. arabalıydım ve aslında emniyet müdürlüğü çevresine park edilmesine izin verilmiyordu, hatta buna şahit de olmuştum..amaa.. neyse.. arabayı park ettim.. koşar adım binaya gidiyorum ki, polis memuru seslendi..
-hanımefendi park etmeye izin vermiyoruz yalnız..
-(biliyordum, biliyordum.. izin vermiyolar işte, yine de..) hmm pasaportum hazır,hemen onu alacağım sadece 5 dakika..(kesin malesef falan filan dicek..)
-hmm 5 dakikaysa izin verebilirim buna..
-(şok..şok şok..şok...mutluluk!) çok teşekkürler..
içeri girdim pasaportumu aldım çıktım.. tekrar teşekkür etmeye hazırlanıyordum ki ikinci şoku yaşadım..
-alabildiniz mi pasaportunuzu..
-(yüzümde yayvan bir mutluluk gülümsemesiyle) evet aldım, çok teşekkürler.. kolay gelsin size..

günüm yine harika geçmişti.. insanların hala varolduğunu görmek beni mutlu ediyor..
işte sırf bu yüzden yaşıyorum ben de..

haa..vize için başvurmaya gittiğimizde merkezi su bastığından ve geçici bir süre başvuru alınmadığından bahsetmedim.. ama polyanna ruhu sağolsun, yine buldum bir kapı kaçtım harikalar diyarına.. birgün önce başvurmuş olsaydık içeride sular altında kalan evraklar bizimkiler olacaktı, en azından sağlamdaydık... yaa.. öyle işte... bekliyoruz bakalım...

Perşembe, Ekim 30, 2008

Hocam, sen virüs nasıl yayılır bilir misin?

4 Perdelik Trajikomedi

Perde 1
"Tüm Kapatmalar Hukuka Aykırı isimli" yazı Leeds Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yaman Akdeniz ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, İnsan Hakları Merkezi üyesi Kerem Altıparmak tarafından yazılmış ve 20 Ekim'de bianet'te yayınlanmıştı. Oktar'ın bugüne kadar aynı gerekçelerle Silivri ve Gebze mahkemelerine yaptığı başvuruların sonucunda 61 sitenin erişime kapatıldığını hatırlatan Akdeniz ve Altıparmak, bu durumun mahkemelerin yorum yöntemlerini kullanmasıyla ilgili bir sorundan kaynaklandığını belirtiyordu. Buna göre, 5651 sayılı "İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun"u es geçen mahkemeler, hakaretle ilgili diğer düzenlemeleri uyguluyor. Oysa, konuya ilişkin özel bir düzenleme getiren 5651 sayılı kanunun uygulanması gerekir. Bu kanunda da sitelerin erişime kapatılması gibi bir düzenleme bulunmuyor. Akdeniz ve Altıparmak, hali hazırda kapatılacak siteye kapatmadan önce savunma hakkı verilmediğine, birçok durumda kapatmaya gerekçe gösterilmediğine de dikkat çekiyordu.
Yazının tamamı için

Perde 2
A.O ve avukatları Bianet'e, aba altından soba gösteren bir tehdit mektubu yollarlar, ki bu mektubun tarzı yaklaşık şöyledir: "Sitedeki, müvekkillerim ile ilgili söz konusu hukuka aykırı
yayınların 24 saat içinde yayından çıkarılmasını talep ediyor, aksi halde bu yayınların kaldırılması amacıyla mahkemeye başvurmak zorunda kalacağımızı ihtaren bildiriyoruz. Benzeri durumda, Türk Mahkemeleri başta wordpress.com, richarddawkins.net, egitimsen.org.tr ve
groups.google, gazetevatan.com sitesi olmak üzere çok sayıda internet sitesine Türkiye'den erişimi yasaklamışlardır. Bu nedenle milyonlarca kişi halen bu sitelere Türkiye'den ulaşılamamaktadır."
Yazının tamamı için


Perde 3
Bianet bu tehdite aldırmaz, avukatlara sorar, ilgili yazıda hakaret
içeren hiçbir şey olmadığını vurgular, bir de utanmadan "kapamıyoruz"
diye bir yazı koyar ana sayfasına.
Yazının tamamı için

Perde 4
Ama işte internet öyle bir şeydir ki, okunmasını istemediğiniz yazılar
bile, bir bakarsınız bloglarla, gazete yorumlarıyla, facebook'la,
email gruplarıyla, ekşi'de, sosyomat'ta, wiki'de, bigu'da,
friendfeed'de, twitter'da ve daha binlerce sosyal platformda birden
yayılıverir. Bu bilgi çağında bilgiye erişimi engellemek zor be hocam,
ne yaparsın.


Bir de, tdk.gov.tr katkılarıyla bilginize sunarız:
Eleştiri - is. 1. Bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış
yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işi, tenkit.
Hakaret - is. (haka:ret) 1. Onur kırma, onura dokunma. 2. Küçültücü
söz veya davranış.

Sansüre Sansür Hareketi

Çarşamba, Ekim 29, 2008

Bedava Digiturk İzle, Bedava Film İndir

Sayın DigiTurk PR Departmanı Yetkilisi,

Ticari kaygınız nedeniyle istemeden ve farkında olmadan pek çok blog yazarının kişisel özgürlüğünü elinden aldınız.Bunun beklenen sonucu olarak, an itibariyle, pek çok blog yazarı hem ailelerinin hem de dostlarının Digiturk aboneliklerini iptal ettirmeyi düşünüyor.

Müşteri kitlenizin en üst tabakasında yer alan, sinema paketleri ve yabancı dil kanallarının izleyicilerinin aynı zamanda Türkiye’de en aktif blog kullanıcıları olduğu gözünüzden kaçmaması gereken bir gerçek.Marka imajınızın özellikle A+ grupta yerin dibine geçtiğinin ve geçmeye devam ettiğinin bilincinde olmalısınız.

Eğer markanızı düşünüyorsanız, ve bu yaptıklarınızdan dolayı üzgünseniz size Sansüre Sansür hareketine ana sponsor olmayı öneririm:
http://sansuresansur.org/
Saygılarımla,
Bir Blog Yazarı (phoenixia)

not:Başlık hem SEO, hem de ironi amaçlıdır.
not 2:Eğer şu an yasaklanmamış bir blogunuz varsa sizi de benzer bir çağrı yapmaya davet ediyorum (evet bu bir mimdir, ve bu yazıyı okuyan her blog yazarı bu mim’e davetlidir)
not 3:Konu ile ilgili yorum ve düşüncelerinizi duymaktan mutlu olacağım.
not 4:Blogunuzda bu konuyla ilgili tepkinizi belirmeye üşenmeyin (bkz: not 2)
not 5:Fikrin başladığı orijinal blog: http://merickara.net/?p=201

mimlendim...

Cumartesi, Ekim 11, 2008

poker..

bilmiyorum.. oynayabilir miydim bilmiyorum..
hakkında bildiğim tek şey, renk vermemek gerekliliği..
sanırım artık daha az renk veriyorum.. belki daha da gelişecek..
gerçi gelişmek mi emin değilim..
renk vermeyi isteyip istememek bana bağlı..
poker oynamıyoruz ki.. kazanmak yok, kaybetmek yok.. dimi..

yolda..

yürürken mesela, biriyle yolum çakıştığında-ki onun nazarında çakışan bişi yoktur.. ben, onun yoluna çıkmışımdır tabii..- neden hep ben yana kayarım ve diğeri geçer.. ya da çarpraz geçişlerde neden ben durur diğerinin geçmesini beklerim..

Pazartesi, Ekim 06, 2008

karakalem..

eskiden epey bir uğraşırdım, karakalem resim yapmayla.. akrilikle tanıştıktan sonra renkleri de sever oldum.. neyse.. konu bu değil.. bir paylaşım, bir hatırlatma olsun dedim..

karakalem( renklileri de var aslında bu kalemlerin) resimlerinizin daha sonra etrafa bulaşmasını ve resmin bozulmasını engellemek, yani çizimi sabitlemek için saç spreyi kullanabilirsiniz.. sabitleyici cinsten püskürtmeli spreyler iş görüyor.. 10cm kadar mesafeden eşit şekilde ince bir doku oluşturacak şekilde püskürtünüz ve içiniz rahat etsin..

Cuma, Eylül 26, 2008

görünmezlik büyüsü..

buldum, ben buldum... eheh..
bir insan kendisiyle irtibat kurulmasını istemezse diğer kişilere görünmez olur..
ve bu durum diğerlerinin görme yetisinin eksikliğinden değil, berikinin görükmemesindendir..(harf hatası yok)
bahsettiğim şey msn falan filan mevzusu değil.. okuyunca öyle gibi gelse de..
gayet etiyle buduyla gerçek birşey.. gerçi etli butlu gerçek ama, öyle kuvvetli yapar ki bazıları büyüsünü, o kişinin varlığından, onu tanımış olduğunuzdan, kendinizden şüphe duyarsınız...
yok bu öyle aşk meşk mevzuusu da değil.. gayet etiyle buduyla arkadaşlık..
neyse işte.. sabahın erken.. ha yazmışım onu...

tek göz uyku...

mümkün mü acaba.. neden olmasın.. gözü açık bile uyunabiliyorsa..
nerden aklıma geldiğini de söyliyim hemen.. sabah göz makyajımı yaparken ve doğal olarak birini kapatmışken, sanki içim geçti.. birkaç saniyelik birşey, ama oldu.. ordan da aklıma geldi..
özelliklerinden biri tek gözüyle uyuyabilmek olan bir karakter oluşturmak ve öykü uydurmak istedim mesela..
neyse işte..sabahın erken ve gecenin geç saatleri nelere kadir...

Cumartesi, Eylül 20, 2008

vurdumduymaz..

olabilmek ne güzel olurdu.. misal,
duran trafikten hayat dersi çıkarmamak..
gerisi gelmese de,
sadece bu satırlarla bir posta yollamak...

dikkat genelleme var..

erkeklerin %80'i aynı..(oranlar içinde sevilen bi sayı 80..neyse..) aynı derken, davranış şekilleri bakımından..
%18'i ise onlarla geçirdiğiniz 3-5 ay sonrası %80'lik kısımdakilerle aynı alametleri gösteriyor..
geri kalan %2, ki aslında geri kalmamalarını isterdik, istikrarlı... en başından beri nasıllarsa öyleler..

saçma mı.. olabilir.. kimi bağlar... hiç yani..

Pazartesi, Eylül 08, 2008

tatlişkom..

yaramazlıkları sonrası üste çıkmak ve biz kızmayalım diye döktükleri gözyaşları sırasında, hem kızıp hem üzüldüğüm, şımarıklıktan olduğunu bile bilsem ağlamalarına kıyamadığım, içimin erimesine sebep iki kardeş..yeğenlerim.. iremim ve keremim..

yakın takiplerinde olsam bile, büyürlerken yakalayamadığım, kaçırdığım, o anlarda yanlarında olmak istediğim öyle çok şey var ki bana kendimi kötü hissettiren..ve kimbilir ileride nasıl olacak diye düşündüren.. uzağıma düşmesinler hiç..

irem bu sene okula başladı.. kerem de okul öncesine gidiyor..

irem'in ilk okul gününde yanında olmak isterdim mesela.. o hengamede ne farkedecek falan filan ama isterdim işte.. (inatçı sıpa, kime çektiyse, saçlara bak..)

ps.yazı 21.42 de otomatik kaydedildi

Pazar, Ağustos 10, 2008

bu öylesine bir yazı değil...

canı acımaz zannedenler daha kolay acıtır başkalarının canını.. bilerek, isteyerek kanırtırlar..
ellerine bir bıçak versen rahatlıkla saplarlar orana burana.. hatta bir çocuğun oyuncağıyla saatlerce oynaması gibi o bıçağı sapladıkları yerde çevirtip dururlar.. tam sıkıldı bıraktı sanırsın tekrar döndürürler o bıçağı..bir şekilde debelenir kurtulursun.. günler, aylar geçer.. yara hafifler.. bıçaklayana karşı nefretin bile kalmaz olur.. ama o bundan rahatsızdır tabii, kin duymanı, öfkelenmeni, çılgına dönmeni ister... ağzından köpükler saçarak üstüne atlamanı, ona zarar vermeni ister.. böylelikle kendisini mazlum, mağdur gösterecek çevresinden ilgi toplayacaktır.. sana verdiği acıdan aldığı keyif de, ekstra bonustur..

bu kez, o yarayı açanın akbaba bir arkadaşı hafifleyen yaranın kabuğunu kaldırır, parmağını batırır yaranın ta içlerine.. kurcalar.. didikler...

bunlar işte sizin acınızdan, size acı verebiliyor olma ihtimalinden zevk alırlar..

canım acıdı.. evet.. ama eskisi gibi değil.. bazı acılar, o acıları verenler mikrop gibi; bağışıklık kazanabiliyor insan..

nefret etmeyeceğim, öfke duymayacağım, kin gütmeyeceğim.. hayata ve akışına güveniyorum...


sükun etsem daha iyiydi belki.. ama o kadarını da yapamadım..

Cuma, Ağustos 01, 2008

lenny kravitz candır..

geçen sene yaşadığım keşkelerle dolu pişmanlıklar sonrası ders almış olmalıyım ki, lenny kravitz konserine gittim..
iyi yapmışım, kendimi bir kez daha sevdim ve tebrik ettim..

lenny seyirciyle diyalog denen şeyde tavan yaptı .. sahnedeki performansından bahsetmiyorum bile..(gerçi bir ara tuvalet sorunum yüzünden konserden falan koptum ama) çok iyiydi..

çılgın adam konserin sonlarında sahne önündeki barikatlardan zıplayıp "halkın" içine karıştı.. love love love dedi başka bişi demedi.. "son olarak tek birşey sormak istiyorum , are you gonna go my way" diyerek coşkuda son noktayı koydu...



konserden aklımda kalan diğer şeyler.. dhl'de stajyerlik yapan alman bir kızla tanışıp sohbet etmem, konser sırasında sevgililerinin sırtlarına çıkan kızlara arkadakilerin nişan alıp onları aşağı indirme çabaları, konser öncesi canon'un "şipşak" makinesiyle çekilen fotoğrafım ve meshanem patlamak üzereyken koşturduğum tuvaletin önündeki azap verici kabus gibi sıraydı..

ve kuruçeşme'den üsküdar'a servis yapan dentur motorları da ayrı bir rahatlık..

Çarşamba, Temmuz 23, 2008

6 ölümcül günah..

diyorum ki; 7 ölümcül günahtan birisi affedilerek günahlıktan çıkarılacak.. hangisinin olmasını tercih ederdik.. -şüphesiz- herkes kendi nefsince karşı durması en zor olanı, yani reytingi yüksek günahı seçecektir.. değil mi.. ben..şimdilik söylemiyim..

1. lust -şehvet
2. gluttony -oburluk
3. greed -açgözlülük
4. sloth -tembellik
5. wrath -öfke
6. envy -kıskançlık
7. pride -kibir

Pazartesi, Temmuz 21, 2008

yazık..

"hayata bir kez geliyoruz yaaau"..
evet tabii, öyle.. ne yapmalıyım yani işi asıp deli danalar gibi sağa sola mı gitmeliyim.. yeşilliklerde mi yuvarlanmalı, sahilde oturup hayal mi kurmalıyım, istanbul'un güzel sokaklarında mı kaybolmalıyım.. atlayıp ada vapuruna kısa bir uzaklara gidiş mi yaşamalıyım.. dolmuş durağında oturup esnaf muhabbeti mi yapmalıyım.. renk renk boyayı etrafa saça saça "eserler, estiler" mi yaratmalıyım..
bunu yemeklerden önce mi yapsam faydalı olur, sonra mı...

gerçi mesela, şöyle bir görüntünün, fotoğrafın içine dalıp, onun bir parçası olmayı da tercih edebilirim.. bir yaz akşamını aydınlatan sokak lambasının sarı ışığı içinde.. begonvillerin, asmaların dolandığı , kimi eski kimi yeni en fazla iki katlı bahçeli evlerin olduğu bir sokakta.. hadi yolları da taştan olsun hatta... kapının önünde hava alıp komşusuyla laflayan birisi de olabilirim, o sokağı öylece adımlayan da.. hava berrak ve taze olsun, öyle ki fotoğraftan denizin kokusu da gelsin..
ve ben öylece orada durakalayım...bazı görüntülerin öylece bir parçası oluvermek istemez misiniz hiç.. sonu yokmuş gibi, hep aynı keyfi verecek gibi..

ah be hayat, canım sıkılıyor valla... ne yapsan nafile..

Pazartesi, Temmuz 14, 2008

dua mahiyetinde..

cancağzım, kardeşim, dostum, çocukluğum, gençliğim.. allah ayırmasın dediğim.. tubişim..
uzun yola gitti.. en az iki ay yok buralarda.. allah, amacına ulaşmasını ve hayırlısıyla dönmesini sağlasın..

gerçek insan aranıyor..

nesli tükenmiş olmalı.. biz üniversiteyi falan bitirdiğimizde, toplayabildiğimiz kadarını saklamışız sanki.. hayatımızın o noktasından sonra karşılaştıklarımızın gerçek insan olup olmadığını anlamak zor oluyor..

"işte gerçek dost" anlamında bir gerçeklik değil buradaki.. insanların hangi hali onlara ait, hangi davranışları gerçek kendileri bilemiyorum.. tabii ki herkesin iş ve özel yaşamında farklı görev ve rolleri ve bunlara bağlı davranış şekilleri, savunma stilleri olabilir.. ama "nasıl bilirdiniz" deseler, haklarında net birşey söyleyebileceğim insan çok az..
hele ikili ilişkiler yok mu.. ve hele sezgiler yok mu, direkt bağrınıyor.. gerçek değil, gerçek değil..
keşke herşeyi göründüğü ve anlatıldığı gibi kabullenebilsek.. ve keşke geçmişi unutsaydık mı, iyi ki unutmuyoruz mu bilmiyorum..

-e hani sen eve gidiyordun..
-eve gidiyordum tam, telefon çaldı, bizim çocuklar buluşuyormuş, çağırdılar, takıldık biraz..
anlatan kişinin gerçek olup olmamasına, gerçekliğini size göstermiş olup olmamasına bağlı olarak bu cümle ya çok normal ve inanılası geliyor ya da çook normal ve inanılmayası.. e tabii akış diyagramları çalışıyor hemen, bazı yerlerde geçmişle kısa devre yaparak..

aman ya 15 satırla anlatabilecekmişim gibi yazıyorum.. olmuyor, anlaşılmadığını biliyorum..

normal dedim de..
eskiden normal değilim ben derdim..ben ve birkaç böyle tanıdığım vardı.. normal değildik tabii, herkes böyle değildi çünkü.. yardıma ihtiyacı olana koşmak, dinlemek, anlatılana inanmak, kendi çıkarının tersinde "bile" gerçeği söylemek ve adil olmak, sadık olmak, tanıdığa kıyak çekmemek, hayat üzerine düşünmek, inceliklere kapılıp gitmek, hayal kurmak, içten ağlamak/gülmek gibi özelliklerimiz vardı.. hala daha var..

işte böyle anormal gerçeklikte insan arıyorum.. koruma altına alacağım...

Çarşamba, Haziran 25, 2008

alla beni pulla beni..

barış manço iyi adamdı.. düşünen adamdı.. gerisini bilmiyorum, benim için bu kadarı da yeterli..
şarkı sözlerinde yansıttığı düşünceler, ince uslubu vs..
zati belki şarkı sözü yazarlarının filozof bir yanı olmalıydı.. neyse diyeceğim şu.. çok sevdiğim şarkılarından biridir, alla beni pulla beni.. tınısı bir yana, sözleri de hoş, bir nevi espirili..

bugün arkadaşıma dedim ki, adam yine yapmış tespiti.. kadın ve erkeğin hayata, ilişkiye bakışına dair kısa bir özet yapmış.. ya da ben öyle yorumladım..
adam dağları deliyim, yıldızları yoluna seriyim, bastığın çimen olayım falan filan diyor.. hatun kişimiz ne diyor, dağlar, taşlar, uçan kuşlar senin olsun, yıldızlar yerinde güzel diyor..
kadının derdi öyle kocaman şeyler değil yani, yanımda ol diyor, kelimenin tüm, tam anlamıyla yanımda ol..

yok kadınlar da şöyle ama, adamlar da böyle ama türünden bi milyon sorunlu ilişki, ilişki sorunları yazılabilir..ya da muzırlık yapılabilir.. ama barış hoca hakkaten çok temelinden dokunmuş bence..
ruhu şad olsun..

şarkı sözlerini de eklesek mi ki.. burada eklenmiyor bişi,eve gidince linklerim.. şimdilik şöle verelim.. http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=alla+beni+pulla+beni

Salı, Haziran 03, 2008

bir mayıs bir haziran..

ne güzel aylar.. mayıs deyince içe dolan coşku, haziranla hissedilen huzur.. mayısım bitti, haziranım hoşgeldi.. bitince hüzün..
doğamamışım mayıs haziran arası bir yerlerde, ölürüz belki bahar neşesiyle..

kedidir..

ne garip hayvanlar.. bi çocuk mu ağlıyo diye kulağı dört diktiğim nice zamanlar oldu.. şimdi de karşılıklı ağlaşıyorlar sanki..
insanlarda pek olmaz bu.. biri ağlatandır diğeri ağlarken..
ve yahut ikisi beraber ağlayamazlar, biri diğerinin ağlamasına kıyamaz da, ağlamaması için şebeğe döner..
insan var, insan var.. bir de kediler..

Cumartesi, Mayıs 24, 2008

dizi film tadında hayatını izlemek..

çok ayrıştırıcı, anlatıcı cümle kuracak değilim-kesin kuracağım.. yaşadığım anın duygusuyla kafamda beliren ifade bu.. yoksa sadece dizilerde değil, filmlerde de kullanılan bir kurgu..
cnbce dizilerinde oluyor bu hani.. bir bölüm izliyorsun gayet normal bir hayat kesiti.. sonraki bölümlerde anlıyorsun ki,o normal hayat kesitinin arkasında bir dolu "normal" kesitler daha var..
çoğu şey göründüğü gibi değildir ya da göründüğü gibi bile olsa o görüntünün arkası zannetiğiniz kadar doğal örgüyle şekillenmemiştir..
misal tesadüfen karşılaştığınızı düşündüğünüz bir kişinin uzun süredir sizinle diyaloğa girebilmek için çaba sarfettiğini ve "tesadüfler" yaratmaya çalıştığını farkettiğinizde,olayları gerisararsınız ve olan bitenin aslen kendi doğallığında olmadığını görürsünüz..

hayatın izleyebildiğimiz bölümü sadece yaşadığımız kısmı olduğu için çok zaman bilmeyiz diğer sahnelerde olanları.. sürekli irdeleyerek de yaşayamayacağımıza göre kabulleniriz.. gördüklerimiz, duyduklarımız ve anlatılanlardır yaşadığımız..
bazen, aradasırada irdelerim ben.. zihnimde takip eder, iz sürerim olaylar, anlatılanlar üzerinden.. şüphe, merak ve empati ön koşullardır bunu yapabilmek için.. şimdiye kadar bulduklarımın çoğu iç burkan, yüz ekşiten şeyler.. sonunda mutluluk verici birşey yaşanmış olanlar daha az şüphe uyandırdığından ve hakkında takipsizlik kararı alındığından belki..
yo yo öyle değil aslında, bilakis mutluluk verici bir olayın arkasındaki leş döngüyü gördüğünüzde mideniz de ekşiyor, bulanıyor ve bir tükürme isteği oluşuyor..

hayat bazen örmektir onu sabır ve emekle..bazen sökmektir usul usul geriye...-s.ç.

çalan şarkıyla bu yazılanların hiç ilgisi yok..tesadüf.. radiohead - everything in its right place

Pazartesi, Nisan 28, 2008

çöp kamyonu..

iş yaşamı içinde aslında görevimiz olmayan bir takım ekstra işler yaptığımızda hayıflanır, sınırı aştığını düşündüğümüz zamanlarda da patronumuza, müdürümüze şikayette bulunuruz.. kimsenin bizi kullanmaya hakkı yoktur, sonuçta..
pazar sabahı saat 07:30 civarı sokaktan gelen "hoop, topla, dur.. gel gel gel" tarzı nidalarla uyandım.. klasik diyebileceğimiz sokak diyaloglarından biriydi bu.. yaklaşık bir 10 dakika merak duygumu törpüleyerek yataktan çıkmadım.. ama dayanamadım sonunda ve camdam seyrekoyuldum.. çöp kamyonu sokaktan geçemiyordu, çünkü otoparkı, garajı olmayan evlerde oturan sokak sakinlerinden ikisi, arabalarını zati dar olan sokakta karşılıklı park etmişlerdi.. aradaki mesafe normal otomobillerin, en fazla van tipi araçların geçebileceği kadardı..ve tabii çöp kamyonu geçemiyordu işte.. ki bir itfaiye aracı geçmek istese geçemeyecekti yine, allah korusun- tabii biz önlem almayalım,allah korusun-
bir iki dakika uyku mahmurluğuyla ne olacak şimdi diye bakınırken, araçlardan birinin yan apartmandaki komşunun olduğunu farkettim ve çöpçülere seslenerek evi tarif ettim.. ziline basıldı, araç sahibi çağrıldı, beklenildi.. ama sonuç? gelen olmadı...peki ne oldu, çöpçüler 'yerinden hoplatması daha kolay' olan diğer aracı "haydi hooop bir kiii..bidaha haydi hooop bir ki" diyerek bir kaç cm daha duvara attırıverdiler ve çöp aracı geçti.. "bana ne ben arabamı neden çekeyim" diyen arkadaş da mutlu, mesut uykusuna devam etmiştir...
hadi itfaiyeyi düşünmüyorsun, sokağımızın çöp günleri belli, uygun bir yer bulup parketsene.. "neden ben düşüneyim, neden ben sorumluluk bilinciyle davranayım" demek bazıları için daha kolay sanırım..
peki hepsinin dışında, görevi çöp toplamak olan insanlar neden senin arabanla uğraşsın, vakit ve emek harcasın.. kimbilir belki çöpçülerin görev tanımlarında vardır.. "gerektiğinde park halindeki arabalar birkaç cm hoplatılabilir"

Salı, Mart 18, 2008

alarm..

saati,yani telefonun alarmını kurarken kalkma vaktine tamı tamına sadece 6 saat kaldığını hesaplamak, çok rahatsız edici..!! daha rahatsız edici olanı 5 saat kaldığını anlamak..

"...no hope no harm, just another false alarm.."

Perşembe, Mart 13, 2008

bir cumartesi akşam üstüsü..

beşiktaş'taki işimi halletmek için geçtiğimiz cumartesi akşama doğru yeğenim, bitanem, keremimle beşiktaş'a geçtim..(irem de bitanem.. insanın birden çok bitanesi olabilir):)

yol boyunca yine beyin cimnastiği yapmama sebep sorulara da cevap vermeye çalıştım.. "trafik akmıyo ne demek.. -can yeleklerini göstererek- ordaki turuncu şeyler nee.. düşük olasılık nasıl oluyo.. beşiktaş'taki herkes beşiktaşlı mı..." gibi nedenli, nasıllı sorular... yeni bir soruya mahal vermeyecek şekilde cevaplamaya çalışsam da piticim benim illa bir soru buldu, ki bu durumdan şikayetçi değilim yani...

bu arada çocukcum sırf vapur keyfini yaşasın diye vapura binelim dedim, gelegele dentur'un ortaboy motorlarından biri geldi, şehir hatları "bandrolüyle"..


neyse beşiktaştaki ilk ışıklardan geçerken takıdıtukudu sesler geldi.. daha çok gıygıy çalışan bi alet gibi.. bir çıkrık, bir dingilin dönme sesi vb bişi... kafamı bi kaldırdım,ahanda buymuş... ve görünce ilk film festivali için bir çalışma sandım,ancak alt kısımdaki afişler gnctrkcll reklamı olduğunu gösterdi...

Pazar, Şubat 24, 2008

müzik yelpazesi..

sonbahar yapraklarının uçuştuğu, çikolata renkli sanatçıların kadife sesleriyle bizlerle buluştuğu zamanlardan kuş tüyü gibi bir anı sanırım..
dinlendiğinde tarif edilemez bir duygu yaratıyor..
huzurlarımızda martika- love thy will be done..
yine martika'dan bir başka tanıdık tat için..>>

Çarşamba, Şubat 06, 2008

bir nefeste...olmadı tabii..

sadi beyefendi ebelemiş bizi, nefes kesenler listesi yapın diye.. ona da yalçın bey el vermiş.. o zamaaaan sobe!

çocukların birden tehlikeli bir duruma düşecek gibi olması..

çok da iyi bilmediğin bir mekandayken tüm elektriğin kesilmesi...

heyecan dozu yüksek bir yarışta,en yakın rakibini geçtiğin an.. -sebepsiz gözyaşı bile akar hatta..

f1 araçlarının kalkış anından çıkardığı sesle nefes kesilir, tüyler dikilir...

kaza yapmaktan son anda kurtulmak...-nefes kesilmesini dizlerin bağının çözülmesi takip eder-

scuba sırasında suya tümüyle dalındığı an..

yamaçtan paraşütle atlamak...

arabayla eğimsiz,düz bir yolda orta hızla giderken yoldaki hafif bombeye girildiği sırada boşluktaymış hissinin yaşandığı an...

gecenin geç, sabahın kör erken vaktinde sokakta yürürken tüm algıların son alarm durumunda olması sırasında duyulan bir ses...

çocukluğumda, gençliğimde izi olan birine ya da sevdiğim bir ünlüye kötü birşey olduğu-yaşamını yitirdiği- haberini almam..

olağan bir iş yapıyorken, farkında olmadan yaptığım harika birşeyi keşfetmem...

zeka düzeyini benim zekamın kavrayamadığını düşündüğüm her türlü yazı, iş, eylem..

onu ilk gördüğüm zaman...

şehir yoğunluğu olmayan, tatil yöresi gibi yerlerde göğe baktığımda üzerime örtülmüş gibi duran yıldızlar ve uzayın derinliği...

gün batımında gökte oluşan turuncu-kızıl tonlar..

-yazdıktan sonra gördüm ki bunlara konuşmayla ilgili olanlar desem olurmuş...-

bekleme süresince ne söyleyeceğini hazırlayıp, içinden birkaç kez tekrar ettikten sonra... o anın gelmesi..

tanışmak istenen kişiyle ilk konuşma anı... -sakinlemek için bunun normal bir durum olduğu telkini yapılmadığı zamanlarda...

topluluk önünde konuşmaya başlamadan birkaç saniye öncesi.. -kalp atış sesinin, kendi sesini bastıracak sanmayla eş zamanlı..

hiç beklenmedik bir ortamda yabancı bir dilde konuşmak gerekliliğinin ilk saniyeleri...

-postaladıktan sonra aklıma geldi.. çocuğum olacağını öğrendiğim, ilk görüntüsüyle karşılaştığım ve doğum anları da eklenmeli..-


buyrun buyrun çekinmeyin sizler de yazıverin, dürtelim mi... şşt..erman.. seçkin.. doktooor..gökhan.. blogu olmayanlar da yazıversin şuracığa...:)

akşam editi: bankada araç çubuğu çıkmadığından linkleri verememiştim.. sevgiler..:)

Pazar, Şubat 03, 2008

his...

bu dünyanın bir parçası olmak istememek.. bundan utanç duymak..
birşey yapamamak, yapacak gücü kendinde bulamamak..
sormak, sormak, sormak.. anlayamamak..

istediğinde yerin diplerine inebilen, atmosferi aşabilen.. bilmemkaç ışıkyılı ötesine sinyaller gönderebilen insan..
hastalıklı bir bünyeyi iyileştirmek için, imkansızı mümkün kılmaya uğraşan insan..
annesinin henüz karnındayken, annesini kaybeden bir bebeği yaşatmak ve hayata katmak için çabalayan, diğer tarafta gözünü bile kırpmadan dünyaya gelmiş onlarcasının canına kıyan insan.. aynı..

tuhaf.. insanın artık insan olmanın bir üst seviyesinde bulunması gereken bu gelişmiş zaman diliminde.. yaşanılanlar, yaşananlara şahit olmak durumunda bırakılanlar tuhaf...

insanların yaşadığı dünyanın güzelliklerini ve birbirini anlamamalarını anlayamayışım sürdükçe ve bu dünyada bulundukça huzurlu olabileceğimi sanmıyorum...

Cuma, Ocak 11, 2008

sivilce..

neredeyse kendiliğinden patlayacak kadar dolmuş ve gerilmiş sivilceyi patlatır gibi, beynimi sıkıştırıp pörtletesim geliyor..bazen...