Salı, Nisan 27, 2021

merhaba, ben

sana çok şey anlatacağım, zira çok şey var bilmediğin. 

kronolojik veya olay örgüsü doğrusal olmayacak bunların, malum çok şey var, yoluna koyup düzenleyemem öyle. 

aklıma geldiği gibi eşeden köşeden atacağım duvara, sonra duvarcı ustası gibi sıvayacağım onları birbirine. arada çatlaklar kalırsa takılma, çıkıntılar olursa bozma işte. ya da sıvamam ne bileyim.

yeni sayfa açacağım ama burası olmaz.

Salı, Aralık 10, 2019

Kırtasiye, tuhafiye vb

”Çok güzel defter, kesin alman lazım
İlk sayfasına heyecanla tarih atıp bir şeyler yazman!
Evet evet al!“
Ve o güzel defter
Diğer tüm sayfaları boş şekilde
İlk sayfasına büyük umutlarla cümleler yazılmış halde
”Çok güzel kitap alıp okumalıyım” kitaplarının yanında
Yıllarca öylece durur.
Sonra toz alırken farkedilip 2-3 bir şeyler daha yazılır,
Boş desen değil, dolu hiç..

Sonra daha az sevimli başka defter
Tüm satırlarına ve aralarına varıncaya kadar dolar da taşar.

Hayat kısmet düzleminde iç açılar toplamı limit sonsuza giderken sıfıra ulaşır.

Pazartesi, Ocak 16, 2017

umut fakirin ekmeği fazla yemeyin

olumsuzluklar, umutsuzluklar büyük hikâyeleri yarattığından kelli ne büyük başarılara imza atacağım, ne büyük aşklar yaşayacağım.
aşka inanmazdım hooop ben içine düş! gözüm kalp kalp bakıyor şimdi..
okulda hocalar yaka silkmişti, hep sıfır heep. sonra ben bir atıl kurt oldum, kendi şirketimi kurdum, dünya çapında şan, şöhret hiuuhhuuuu...vs

içimde hep bir şeyler olabileceğine dair pis bir umut... tutunmaçlı yaşamgaç.
bırak, vazgeç! salak işte dünyayı içindeki umut döndürüyor sanıyor, umut etmese dünya virane olacak sanki, daha fazla olmaz merak etme.
çocukken ne yapmışlarsa buna yazık. ne ölmüş ne dirilmiş...
he evet tavşan boku, çok biliyosun çünkü.

umut iyi bir şey olsa fakirin ekmeği olmazdı bir kere!



kendime not: sanki diğer her şey başkasına da, neyse.. 2016 eylül ayından öncesi ülkede, sonrası hem ülke hem kişisel tarihimde acayip şeyler oluyor ama hiçbirini yazmadım evet, teşekkürler.

Çarşamba, Haziran 29, 2016

şehirlere bombalar yağardı her gece

aklıma filmler geliyor, pianist, shindler's list, la vita e bella, perfect sense... bunları izlerken kapıldığım şu düşünceleri hatırlıyorum. o şartlarda piyano çalmak, çikolata yemek, oyunlar oynamak, yere düşmüş bisikleti kaldırmaya çalışmak biraz "lüks" değil mi? lüksten kastım, ortalık yangın yeri, evler ev olmaktan, insanlar insan olmaktan çıkmışken ne gereksiz böyle şeyleri sürdürmeye çalışmak. böyle şeyler= insan olmayı devam ettirme çabası aslında. son aylarda yaşadığım ülkeye, şehre bombalar düşüp, insanlar ölürken aklıma bir de ahmet kaya'nın o en pelesenk şarkısı geliyor. "şehirlere bombalar yağardı her gece, biz durmadan sevişirdik..." bu sözleri ilk duyduğumda, iyi halt ediyordun anasını satayım diye düşünmüştüm, bomba patlıyor, insanlar ölüyor senin derdine bak gibi.
üzülmediğini, gamsızlık yaptığını sanmak ne haksızlıkmış. insanlıktan çıkmışların oynadığı, değiştiremediğimiz, parçası olmadığımız bir oyunun en çok etkileneni olduğumuz bir ortamda, insan olmaya çalışmayı sürdürmekten başka yapılabilecek bir şey yokmuş ama sanki. kanıksamak diyoruz. sonra aman alışmayalım, alıştıkça daha kötü olacak diyoruz bir yandan da. normalleştirmeyelim evet olanları. müzik yapmak, yemek yemek, gülümsemek, sevmek... sürdüreceğiz. olur da bu kötülük bir gün biterse ya da bittiğinde diyelim, iyilikler de tükenmemiş, güzellikler de unutulmamış ve yaşanabilir olmalı diye.

Çarşamba, Mayıs 11, 2016

emeği geçen herkese teşekkürler

emeği geçen herkese teşekkürler deyip gitsem keşke ama gidemem hiç.

illa kime, neyi, nasıl, neden diye açıklamam gerek diye düşünür, bir ton cümle kurarım.
ki açık kalan, yanlış anlaşılan, muğlak bir şey kalmasın.
kalmaz mı, kalır elbet.
sonra bunun böyle olacağını bilip ne uzun uzun açıklarım, ne kısacık bye derim. öylece kalakalırım.

iş hayatında öğrendiğim en nadide şeydir; yazarak ne kadar detaylı açıklarsan o kadar anlaşılamaz olur.

sorulabilecek tüm soruları kendin bulup sorar, cevaplarını da yazarsın. ama ya hiç aklına gelmeyen ve çok da alakalı olmayan bir soru çıkar, ya direkt anlamadım denir, ya okunmaz bile.
parantezler, dip not yıldızcıkları, tire içine ekler, ihtimalli, alternatifli cümleler, kelimeler.

tutunmakla bırakmak isteği arasında bir yerde; anlaşılmak, anlatmak isteğinin gereksiz yorgunluğu dışında da bir şey kalmaz.


emeği geçen herkese teşekkürler o halde.


Perşembe, Nisan 14, 2016

geride bekleyenin mi varmış ki


Gün doğmadan, 
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola. 
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında, 
İçinde bir iş görmenin saadeti, 
Gideceksin 
Gideceksin ırıpların çalkantısında. 
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı; 
Sevineceksin. 
Ağları silkeledikce 
Deniz gelecek eline pul pul; 
Ruhları sustuğu vakit martıların, 
Kayalıklardaki mezarlarında, 
Birden 
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda. 
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin; 
Bayramlar seyranlar mı dersin, 
Şenlikler cümbüşler mi? 
Gelin alayları, teller, duvaklar,  
Donanmalar mı? 
Heeey 
Ne duruyorsun be, at kendini denize: 
Geride bekliyenin varmış, aldırma; 
Görmüyor musun, Her yanda hürriyet; 
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol; 
Git gidebildiğin 

Orhan Veli Kanık

Salı, Mart 29, 2016

yerle yekpare

ne güzel kelimeler var, yekpare mesela.

yere yığıldım desem, yerle yekpare oldum demiş olur muyum?

yere yığılmadım, yerle yekpare olacak şekilde uzandım.
biri gelip omzuma dokundu, yanın boş mu, dedi.
huşu içinde, hiçle buluşmamı bozan kişiye bakmaksızın, mırıltıyla, nasıl görünüyorsa öyle dedim.
bir şey görünmüyor, dedi. yani bir şey var gibi de görünmüyor, yok gibi de diye ekledi.
anladım ki benim gibi, konuşmayınca konuşmayan, konuşunca da laf oyunlarıyla boş cümleler kuran birisiydi.
benim gibi, bana benzer, var mıydı gerçekten.
eşim, benzerim yoktur benim derken kibir hissedenler bir tarafa, yalnızlık hissedenler diğer tarafa.
bir şey hissetmeyenler de mi var? onlar istediği tarafa geçsin.
neyse işte yine yaptım, lafı uzun, boş cümlelerle darladım.

boş yahu uzatma, ne yapmak istiyorsan yap, dedim sonunda.
ve gözlerim kapalı, nefes egzersizi yapıyormuşum gibi yaptım, ki anlasın ve beni daha fazla rahatsız etmesin. halbuki ne yapmıştı rahatsız etmek için, sadece basit bir soru. belki iletişim isteği, belki. neyse düşünce yok. empati yok.

pat diye bıraktı kendini yanımsıra. gözümü açarsam diyalog kurmam gerekecek, ama meraktan da çatlayacağım, kimdir, ne yapıyor tam şu anda. gözümü hafif araladım, çocukken uyku saati gelip, uykum gelmediğinde uyuyormuş gibi yaptığım ve kirpiklerimin arasından dışarı baktığım zamanlardaki gibi.

farketti, zira gözünü kırpmaksızın bana bakıyordu, avını süzen kedi gibi.
gülümsedi ya da ben öyle sandım. merhaba tekrar dedi. bence beni kesin tanıdı, bu cümleye kayıtsız kalmayacağımı biliyor. bu defa onu yanıltmak istemeyerek, tekrar olamaz çünkü daha önce merhaba demedin dedim.
gülümsüyor, bu defa kesin ve net. anladığımı anladığın, bilerek kapana atladığın için teşekkür ederim der gibi gözlerini kırpıyor, mayışmış kedi gibi.
ve ben kafamı diğer tarafa çeviriyorum, hırçın kedi gibi.

patisi omzuma dokundu ve orada kaldı.
geri çek yoksa çok fena olacak, cırmalayacağım diyorum içimden, nasılsa anlayacak diye.
daha da yerleştiriyor patisini, uyku öncesi yastığa gömülür gibi kafasını omzumla boynum arasına sokuştururken.

şimdi nasıl cırmalayayım? tamam cırmalamak yok, ama kendimi de bırakmayacağım.
çiviler üzerinde yatarmışcasına huzursuzlanıyorum, alışmak istemediğim bu duyguyla kavgalı gibi.
ve bunların hepsini anlıyor işte.

en iyisi kalkıp gitmek, çişim gelmiş gibi yaparım diyorum.

henüz hareket etmeden ben, çişin gelmiş olamaz diyor.
susadım diyorum.

peki o zaman diyor;
kendini yere bırakma hızına ters, okula gitmek için uyandırılmış ve yataktan kalkmak istemeyen çocuk gibi, isteksiz ama kararlı bir şekilde doğruluyor.

sezen aksu çalsın istiyorum aşağıdaki kafede, tesadüfmüş gibi ama ben söylermişim gibi.
git, git, git, git-me dur diye.
çalmıyor.