Perşembe, Eylül 21, 2006

bu bir elif şafak yazısıdır...

ben hep mi böyleyim, yoksa zaman zaman mı bilmiyorum ama cümleye nereden başlasam bilemiyorum... olanların anlamsızlığı, mantıksızlığı üzerine öylece kalakalır, ne hareket edebilir, ne bir söz söyleyebilirsiniz ya.. hadi bi gayret bağırıp çağırayım, mantıksızlıksa alın size mantıksızlık gibisinden ilkel yöntemlere başvurayım dersiniz.. ya da ilahi adalete güvenip,sığınarak sükut edersiniz...

olayları, zamanından,içeriğinden, oluş durumlarından bağımsız değerlendirmeye alışmış insanlar güruhu olarak, yakın tarihimizde asılıp kesilmiş insan sayısının bu kadar az olmasını yadırgıyorum bir de...(!)..
hele ne fikri,ne bilgisi olmadan konuşanları, hemencik bir kalabalık haline dönüşen insanları görünce şaşırıyorum.. tek ortak noktaları galeyana gelmek,ki sanırım bu da "birlik" halinde bir topluluk olmak için yeterli oluyor...

ama yok.. kendimi tutamayacağım...böyle dolaylı ve edepli anlatımları daha fazla sürdüremeyeceğim sanırım...
kardeşim.. elif şafak kimdir bilir misiniz..tabiri caizse "yaşam duruşu" nasıl bir insandır, fikriniz var mı.. anlatmaya çalıştığı yazılarında nelerden bahsetmiştir.. bilen var mı...özellikle şu 301.maddeden yargılayacaklar ve yargılanması gerektiği yönünde alkış tutanlar arasında...

özellikle medyada, ettiği sözlerin yanlış anlaşılmasından ötürü günlerce kendini açıklamaya, aklamaya çalışan insanlar görmeye alıştık ya, bu da öyle mi geliyor insanlara...
nasıl bir ülke, nasıl bir dünyadır bu.. etebur hayvanların,açlıkları sırasındaki, gözlerini kan bürümüş saldırganlıklarından daha vahşice bu davranış şekli bizlere nereden geçmiştir...
aklı selim, sağduyulu ve azcık olsun nefsinden arınmış kimse kalmadı mı... hala var olduğuna inanmak istiyorum..

ben bu kanun maddesinin varlığını, kaldırılması gerekliliğini, düşünce özgürlüğünü tartışmıyorum.. bu kanun maddesince yargılanması gerektiği düşünülen(ve bugün davası başlayan) kişinin bu kanun kapsamına nasıl alınabildiğini sorguluyorum...
sözler kişilerin yaşam bağlamlarınca değerlendirilmeli diyorum.. apo'nun "ne mutlu türküm diyene" demesi ne kadar inandırıcı gelir bizlere... soruyorum size... peki, diyelim ki, apo gibi bir insanı romanına konu yapmış bir yazarın, onu anlatırken "gerçek bir hümanist ve türk dostu" demesi saçma gelmez mi...

ne anlatmaya çalışıyorum ben, bi an onu sorguladım... efendiler diyorum..kendinize geliniz diyorum...
..
.
.

elifim şafağım...
birisi;duyulsa da,duyulmasa da, karabasandan kurtulmak için bir çığlık atmak istedi sadece..
ne türkçe'ye senin kadar hakim, ne de hakim olsa bile senin kadar güzel ifade edebilecek biri..
sevgiyle...

Pazartesi, Eylül 18, 2006

serçe adımlar..

serçelere her baktığımda babanem gelir aklıma..allah rahmetini bol versin,rahat ettirsin...canım benim... serçe derdi bana... bendeki "serçeliği" gördüğünden değildi.. ufak tefekliğimdendi ziyade..
bazı insanlar serçe gibi yaşar hayatı.. pırpır, zıpzıp... tuhaf bir telaş, bir heyecan..alice'in diyarındaki aceleci tip gibi, hep biryere yetişmesi gereken... ya da bir yerde, durması gerektiğinden fazla dursa, gece yarısı külkedisine dönüşen sindirella olacak sanki..
getirsene gözünün önüne bir serçeyi...
çok basit birşeyi yapacakken, yüreği yerinden çıkacak sanırsın.. yerdeki bir kırıntıyı almaya çalışırken misal... kırıntıyı yemek değil, o heyecanı yaşamaktır ya keyfi veren..
oradan bir dala zıplamak, daha dal yaylanmasına yeni başlamışken..pırrrr... bir cam kenarına... çok uzak menzillere gidemez, ama olduğu yerde de duramaz ya...
sonra serçeyi alıp avcunuza sevemezsiniz.. miniciktir ama sığışamaz bir avuca... iki avuca..
iki kişinin sevgililiğe geçiş süreci,sevgili olmalarından daha heyecanlı ve keyifli değil midir... yürekler de serçedir, o yüzden...
ya kedi... bazıları da kedidir... çok zaman kadınlar... ah kediler...
ben gibiler..bir kedi,bir serçe... biri varken diğeri çıkmaz pek dışarı.. kendi içinde bir koşturmaca, yakalamaca gibisinden... ya da kimbilir daha neler neler...
mesela.."once upon a time" papatya olanından beyaz ve ince...
.

Cuma, Eylül 08, 2006

adı şimdilerde israil...

bazen önemli konularda birşeyler söyleme ihtiyacı duyduğumda, konunun önemine değer sözcükler kullanamama endişesiyle sessiz kalırım.. sessizliğim uzadıkça da rahatsızlığım artar... yargıladığım hatta kınadığım bir konuysa bu, kendimi suç ortağı gibi hissederim hatta... ve sanıyorum ki, yaşadığımız zaman diliminde, hepimizin suç ortağı olduğu tek ortak konu bu... sessizlik ve seyircilik... seyrettiğimiz şeyi alkışlamıyoruz ama oturduğumuz yerden sövmek dışında da birşey yap(a)mıyoruz... ortak ses oluşturamadığımız gibi (katıldığınız eylem portakallar pörsümesin eylemiyken birden karpuzlar dışarı eylemine dönüşebildiğinden) , kendi sesimizi de saklıyoruz... milenyum dendi, bilgi çağı dendi, yüceltme amaçlı tanımlar yapıldı.. ama ayıp yıllarından başka birşey değil yaşadığımız...

ses mi hızlıdır, ışık mı..fizikçiler tartışsın isterse... ama biz yanıbaşımızda patlayan bombaları göremiyorsak, çocukların çığlıklarını duyamıyorsak..ne sestir,ne ışıktır etkili olan... o bomba tam kucağımıza düşmediği sürece çığlığın ne anlama geldiğini bilmeyiz... hep uzaktır bomba düşen yerler.. ölenler... uzaktadır savaşlar... problemler... uzaklaştırma konusundaki becerimiz ise takdire şayandır zati... kapımızı kapadık mı, başımızı çevirdik mi ötede kalmıştır herşey...

içinde yaşadığım zaman dilimi boyunca seyirci kaldığım tüm insanlık ayıpları adına, çığlığına cevap verilmesini bekleyen tüm insanlardan,gelecek nesillerden özür dilesem neye yarar...

lanet olsun desem,tüm bunları sahneleyen ve bizi seyirci yapan tepedekilere...
okulda, iş yerinde, trafikte, mahallede, her an aynı havayı teneffüs etme durumunda kaldığımız insanlığı bozulmuşlara....o da yetmez, insandaki kibir ve hükmetme duygusuna...
yok hayır..lanet demeyeceğim... fazlasıyla varolan bedliği, kötülüğü artırmaya niyetim yok... tüm bu nefretlik uyandıranların dışında kalanların birlik, bütünlük bilinciyle yaşamasını.. saf sevmenin baskın olmasını... bir diğerine güvenmenin rahatlığıyla yaşayabilmeyi... dileyeceğim...

suskunluğum uzadıkça artan suçluluk hissimi hafifletti mi yazdıklarım... nokta kadar etkisi olmadı aslında...
ama...tüm benzer bilinçlerin toplandığı ortak bir havuz vardır belki... birleşip pozitif gücü oluşturcaklardır ve dünyaya kötülüğü yayan negatif gücü bertaraf edecektir... belki... belki insanlar uyanacaktır bir gün....