Salı, Eylül 16, 2014

bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi...

Üsküdar'daki evimizin bahçesi çocukken bana dönümlerce büyüklükte gelirdi.

Anneannemlerin evine gittiğini düşündüğüm 'gizemli' geçitleri, aşılmaz duvarları olan, kar yağdığında yığınları içinde kaybolduğum, babamın tavuklarını besleyip, horozundan korktuğum- horozlar hep çılgın oluyordu-evde beslediğim tavşanım eve sığmaz hal alınca bir köşesinde büyütmeye devam ettiğim, ördeklerimize havuz yetmeyince hortumla yıkadığım, demir salıncağında sallanmak dışında türlü çeşit maceralar yaşadığım-kimi zaman bir akrobat, kimi zaman bir gemi kaptanı gibi-, solucanları bölerek çoğaltacağımı düşündüğüm, evdeki bebeklerimi çıkardığım için annemden sıkı bir patak yediğim, ablamla, kuzenlerimle, şimdi hangisi ne yapar bilmediğim komşu çocuklarıyla beraber büyüdüğüm bahçe.
Bir de herkesin bahçesi var zannederdim, büyük bir nimet olduğunu yaşım ilerlediğinde anladım. Özellikle bunları anlattığım kişilerin, "Üsküdar'ın ortasında , gerçekten mi?" tepkilerini duyduğumda ayırdına varmıştım.

Bizim bahçenin bitişiğinde, içinde pek yeşilliği, bitkisi olmayan, toprak bir alan daha vardı. Bu boş alanın hemen bizim bahçe duvarına yakın tarafında ise evimizin boyunca bir çam ağacı (4.katta oturuyorduk). Aynı ilkokulda resmini yapmayı öğrendiğim gibi, üçgen basamaklar gibi büyükten küçüğe doğru göğe yükselen dallarıyla koca bir çam. Rahmetli dedem, o çam ağacına simetrik olacak şekilde bizim bahçeye de ıhlamur dikmişti, hatta ıhlamur da dikmişti. Hurma ve babamla diktikleri diğer meyve ağaçlarına ek olarak.

Önce arazinin satıldığı ve ev yapılacağı haberi geldi, sonra inşaat araçları. Ve gözümüzün önünde yıkıldı o koca çam. Yıkılışını annemle izlerken ağladık. Anlam veremiyordum, ağaç orada kalsaydı, ev yapılmasına engel miydi ki?
Dedemi kaybettikten yıllar sonra, camımızdan tatlı tatlı görünen ıhlamur da kurudu.

Tüm bunları bana hatırlatan, Kadıköy'deki evimin bahçesinde balkonumuzu aşan boyuyla bana bakan çam ağacına teşekkür etmeliyim sanırım.

Aylardır anlatmak istediğim, bir türlü fırsat ve cümle bulamadığım hayatımdaki 'devrim' niteliğindeki gelişme.
Vakti çoktan gelmişti de hatta ben vaz bile geçmiştim, aileden ayrı eve çıkmaktan.
Anne ve babamla geçireceğim vakitleri, kendi bağımsızlık duyguma feda etmeyeyim diye.
Hazirandan itibaren kuzenle yeni bir hayata başladık. Giriş ve gelişme kısımları aileyle diyaloglarda biraz sıkıntılı oldu, ama sonuç fena değil gibi şimdi.
Hala arada içim buruluyor tabii. Sonra bazı şeyleri düşünmek ve tasavvur etmek istemesem de, bir şekilde onlara dayanaklandırarak kendimi avutup ikna ediyorum. Gerçek yalnızlığa, -eğer varsa- bağışıklık kazanmaya çalışıyorum.

Ağaçlar da, dedem de, babanem de benden izin almadan gitmediler mi sonuçta?

Sevmenin en kötü yanı kaybetmek.



Hiç yorum yok: