Çarşamba, Ocak 31, 2007

bilgi...

bilgiyi "reddediş"im ne zamandan beridir var bilmiyorum, net bir zamanı olduğunu sanmıyorum zati... ama yaşadığım hissiyatı hatırlıyorum.. ihtiyacım olmadığı ve hiç kullanmayacağım ve de ilgilenmediğim halde, "bilgili" insan olmak gerek dürtüsüyle kendime yüklemeler yaptığım zamanlar vardı...
sonra bir gün, ummadığım bir buhran anında, kendim için, istediğim için sahip olduğum bilgileri elimde gerektiği gibi taşıyamadığımı düşündüm... ve benim olmasıyla mutluluk veren bu donatılar için bile böyle düşünüyorsam, sırtımda boş yer taşıdığım diğer "yük"lere ne gerek vardı ki...
belki, bilginin insanlar arasında güç konusu olması ve ezmek için kullanılıyor olmasından ötürüydü bu yaptıklarım... belli ki ben de, ya ezilmemek ya da gerektiğinde ezmek için yapıyordum bunu.. ve reddettiğim aslen buydu sanırım..
taşımaktan sıkılmayacağı bilgiyi yüklenmeliydi insan, gerektiği için, bir gün lazım olur diye değil.. aynı evimizde atmaya bi türlü kıyamadığımız, birgün lazım olur dediğimiz ve de hiç lazım olmayan eşyalarla, hiçbir zaman lazım olmayacağını bilsek de evimizde bulunmasından mutluluk duyduğumuz diğerleri gibi... (mutluluk duyduklarımız canımızı acıtan bir zaman dilimini hatırlatıyor olsalar bile...)
evet, işte buydu.. bildiklerim sevdiklerimdi..
yaşasındı, kendimi nasıl seviyorsam öyle olmalıydım...

Pazartesi, Ocak 29, 2007

hava ayaz mı ayaz...

geceyi arkadaşlarında geçirmiş, vakitlice ayrılmak gerek düşüncesiyle öğleni geçerken çıkmıştı evden.. berrak,kuru ve soğuk havanın eşlik ettiği aslen kısa bir yoldu yürüdüğü.. gecenin yorgunluğuna rağmen hissettiği dinçlikle,dimağı da açılmış düşüncelerle hasbıhal ediyordu..
sonra bir an durdurdu bu kelimeleri,kafasından geçen düşüncelerine edebi tanımlar yapmak niye gerekiyordu ki... ve bunları başkasının aklından geçen şeyler gibi anlatmak doğru muydu peki..
tüm bu yan düşünceler ortaya çıkmadan önce kafasına takılansa, hayatının yolu gerçekten adımlamak istediği miydi... anda,bu yolun neresindeydi ve artık o yolu değiştirmek istiyorsa bunu yapabilecek enerjisi, isteği, kararlılığı var mıydı.. yeni yol nerelere götürecekti ki.. gerçi ne farkederdi, şu an yürüdüğünün de nereye varacağını bilmiyordu...
her ne kadar plansız programsız, kendisi oluşturmaktan ziyade oluşanlara verdiği karşılıklarla yaşayan biri olsa da, kafasının içinde,gizli köşelerde gezinen naif planları yok değildi.. yoksa bunlara hayal mi diyordu insanlar... tüm insanların,birşeyi gerçekten ortak tanımlaması mümkün müydü...
neyse neyse konu yine bu değildi... hayatının içinde dönegiden çemberler vardı... kiminin odak noktası kendisiydi, kimindeyse çemberin herhangi bir noktası.. ve sanki o,herhangi bir nokta olduğu yerlerde daha çok vakit harcıyordu,odak noktası olmak isteyerek... merkezde olmadığını farkettiği her seferinde ise kıymık batmış gibi canı acıyordu.. üflüyor,ovalıyordu cümlelerle.. hayır,canın acımıyor,buna gerek de yok, gerçekçi ol..gerçekçi?? bunlar gerçek değildi yani öyle mi..ortamlar,zamanlar, kişiler... gerçekliğine nasıl karar veriyorduk, hangi süreçlerden sonra gerçek olana dönüşüyordu yaşadıklarımız... gerçek olana inanılmıyordu aslında, inandığımız zaman gerçek oluyordu şeyler...öyle ya,herşeyin aslı astarı nasıl bilinebilirdi ki, algımız ve kabulümüz seviyesinde ve dolayısıyla değişkendi herşey... ve inanılan birşeyin bir süre sonra öyle olmadığının görülmesiyle yaşanabilecek incinme olasılığı yüzünden, hiçbirşeyin gerçek olmadığı kabulüyle yaklaşıyordu herşeye... ve madem geçiciydiler, plan yapmaya üzerinde kafa patlatmaya değer miydi...
mantıklı cümlelerle avutulmuş,ama donuk bir suratla boş boş bakındı etrafa...
lezzetli bir soğuk vardı... öyle ki,eve değil sahil kenarına gidip bankta denizi izleyebilirdi bu boş suratla...dakikalarca...
yolu giderek kısalmış, eve yaklaşmıştı artık...
alternatif planı uyguladı ve uyudu...

Cuma, Ocak 26, 2007

trojan..troya..truva..

bahsimize konu olanı, ne olduklarını bilmediğim bi cinsin uzun burunlarını bilgisayarımıza uzatıp sümkürdükleri şeyler..
iki gün önce sağolasıca tarayıcım çok güzel bişi bulmuş gibi bağrınmaya başladı.. yok et,parçala onu, öldür gibi emirlerime rağmen o sümük hala orada duruyo... tedirginim...

neyse..trojan deyince aklıma hep bitanecik brianımın söylediği, commercial for levi parçası gelir..
şarkının yazılış sebebi, aslen kime hitap edildiğiyle ilgili rivayetler var...neyse ne.. şöyle bir özelliği var ama, sabah dilinize dolandığında akşam kadar parça parça da olsa sölüyorsunuz...buyrun buradan alalım sizi...

...

you're the one who's always choking trojan
you're the one who's always bruised and broken
sleep may be the enemy
but so's another line
it's a remedy
you should take more time

you're the one who's always choking trojan
you're the one who's showers always golden
spunk & bestiality well it's an assisi lie
it's ahead of me
you should close your fly

i understand the fascination
the dream that comes alive at night
but if you don't change your situation
then you'll die, you'll die, don't die, don't die
please don't die

you're the one who's always choking trojan
you're the one who's always bruised and broken
drunk on immorality
valium and cherry wine
coke and ecstasy
you're gonna blow your mind

i understand the fascination
i've even been there once or twice or more
but if you don't change your situation
then you'll die, you'll die, don't die, don't die
please don't die
...

Cumartesi, Ocak 20, 2007

sabah sabah...

zar zor uyanmışsın.. ne giyicem telaşınla hazırlanmış, bayır aşağı-çok şükür ki- koşturarak servisine binmişsin.. servis+trafik= uyku demek artık... hele haftanın son günlerinde biner binmez uyku moduna geçiyor insan.. neyse... arada bir, gözü aça kapaya, neredeyiz kontrolüyle, sağdan sola falan dönüşler yapılarak en az yarım saatlik uyku çekersin..

bazen de sabah yarım saat fazla uyumak adına,servise binmeden motor+minibüs+müzik üçlemesiyle yol alınır ki, arada bir ve keyfiyetten olduğu için olsa gerek zevk bile verir...

...karşıdan karşıya geçen adama yol vermek için yavaşlayan servisin yanından hızla gelen motosiklet adamı havaya savurduktan sonra üzerindekileri-iki kişi- kaldırıma fırlatır... kaldırımdaki adamlar ayaklanır,biri başını elleri arasına almış,diğeri eli ağzında şaşkın, korkmuş sağa sola döner durur... perişanlar, günleri, ayları, yılları o anla yaşanacak...

üçüncü adam.. yolda yatan.. kanlanmış olan... hareketsiz... iki dakika sonra işine varacaktı belki ama artık iki dakika sonrası yok onun..

kafamdan geçen simülatif bi yaşam değil bu...

ama belki ben,bu sabah yarım saat daha fazla uyuyacaktım... keyifle beşiktaş motoruna binecek, yolda arabalarla dans ederek yürürken......... ya kazayı yapan bensem...
ya sevdiklerim.. herşeyin normal olduğunu sandığım bi anda bi telefon geliyo...... yok yok düşünme bunları diyip kafamı sallayarak uzaklaştırmaya çalışıyorum düşünceleri...

boğazım düğümlenerek geçirdim sabahı, normal bir cuma sabahı gibi değil... çok doldum, dualar ettim-sevdiklerimi, ailemi,kazadan beladan....- ağlamamak için sürekli bastırdım... ondan belki,bütün günü sünger bi beyinle geçirdim...

uyuyim en iyisi, sabah diş doktoruna gitcem...

Pazartesi, Ocak 15, 2007

beynelmilel..

vizyondaki aynı isimli türk filminden meraka sardım bu kez.. beynelmiNel değil miydi o, film için kelime oyunu, harf değişimi falan mı yapmışlardı, diye...
ama yoo değilmiş, doğruymuş beynelmilel yazılışı.. beyn=arasında, milel=milletin çoğulu yani milletlerarası.. hani herkesçe bilenen şeyler için kullanılır ya, meğer yanlış söylüyormuşuz...
böleyken böle...(herşeyin düzgün ya bu eğri kalmasaymış tabii)

sigara..

biliyoruz evet, zararlı birşey.. içilmemesi,içilen yerde dahi durulmaması gerek..
ve fakat, çok sık tüketmesem de, arada ve özellikle hiç olmadık zamanlarda-içmemin imkansız olduğu zamanlar- feci şekilde canım çekiyor... şimdi olduğu gibi(evdeyim ve gece yarısı..gece yarısı olmasaydı da,canım çooook istemezse sırf sigara için ayarlama yapmam* zati)..
evdekiler, arada bir bile içtiğimi bilmiyor.. çünkü bilsinler istemiyorum, çünkü bildiklerinde beni tiryaki*** sanacaklar,çünkü endişelerine endişe katılacak vs vs... neyse zati,böyle olması da sorun değil benim için...

sigara hiç içmediğim eski zamanlarda-evet tek bir tane bile içmediğim, hatta arkadaşlarımın belalı sigara avcısı** olduğum zamanlar vardı- rüyamda sigara içtiğimi görürdüm ve o nasıl güzel, nasıl tatlı birşeydi.. resmen tatlıydı, çikolatanın ucunu yakmışım içiyorum sanki.. içmeye başladığım sıralarda hep bu tadı aradım.. hatta aromalı olanları da denedim, vanilya, çikolata bilmem ne... yok, hiçbirisinde yok o tat.. adı üstünde rüyaydı işte...
o tadı bulamasam da, arada bir ve gerçekten canım çektiği için içtiğim sigara keyif veriyor... sigara içmiyorum aslında,kullanıyorum sadece diyelim..****

(ayrıca çok içince başım ağrıyo,sevmiyorum o yüzden.. bi de üstüste deriiiin nefes alırsam başım dönüyo,ki bu tip-keyif veren ama sakıncalı da olan- şeylerde kontrolü kaybetmeyi sevmediğim için, o anda söndürürüm...kapa)

*ayarlama yapmak: yapmak istenen birşey için çevre şartlarını kılıfına uydurmak ve normal,olağan birşey imajı vererek yapma çalışması
***tiryaki: düzenli ve fazlaca sigara tüketen
**sigara avcısı: sigarasını yakmak üzere kutudan çıkarmış arkadaşın sigarısını naifçe alıp ortadan ikiye kıran kişi-salak diyebiliriz bana,evet..
****: otlakçı olmamak için kendi paketimi taşıyorum yahu,o kadar...

Perşembe, Ocak 11, 2007

lost abla...

meşhuuuur dizi lost'ta kate olarak kendini gösteren taş abla evangeline lilly' nin orda burda çıkan haberinde* "koyu" hristiyan olması sebebiyle çıplak sahnelerde oynamadığı bilgisine rasladım.. eyvallah no problem.. bana ironikomik gelen hadise, popüler kültüre karşıymış ve evinde tv bile yokmuş teyzenin.. iyi de nası ya, tv dizisinde oyna ama popüler kültür,tv yasak, bıdıbıdı de.. biz de kendi çapımızda popüler kültür bıdısı yapıyoruz ama istikrarlı olmaya da çalışıyoruz, tamam mı büyükanneeee..
yok hayır,ne alakası var, kıskanmak bize yakışmaz...

* haberin doğru olduğunu varsaydık,pi de 3,14 alındı..

Cuma, Ocak 05, 2007

fevkaladenin fevki...

takıldım geçen hafta..fevkalade kelimesini çözümleme girişimim böle başladı.. fevkalade, olağan-üstü...
"fevk" üst demekti zati.. peki,alade kelimesini nereden ayıracaktım, kökü neydi.."alelade" ile nasıl bir bağlantı vardı.. her iki kelimenin içinde geçen ve ala(üstüne,üzerine) bağlacı ile ses benzerliği olan kısım gerçekten "ala" kelimesi miydi, yoksa arapça kelimelerin başlarında kullanılan article-tanımlık- ön eki miydi...
fevk= üst(kısım)
ala(ikinci a'da uzatma var)=üzerine
el(eklendiği kelimenin baş harfine göre uyum gösterir)=tanımlaç(latin dillerindeki gibi)

bu durumda:
aradaki kelime "ala" olsaydı; fevk+ala+(el?)de olacaktı,ki "de" diye bir kelime(isim) yoktu..
o halde fevk+el+ade idi, yani "ade" kelimesini bulmalıydım..
ve türkçe ile bağlantılı düşündüğümde zor olmadı, "ade" aslında bildiğimiz "adet" idi, görenek anlamındaki.. arapça'da sondaki t'nin okunmadığı durumlardan biriydi... fevkalade(t); bilinenin(olağanın)üstü..
bu durumda alelade(ala+el-ade şeklinde ve e düşüyor) ise, görenek üzere olan,bilindik demekti...

evet evet böyle olmalıydı..yanlış olabilirdi,ama ben kelimelerle uğraşmıştım,araştırmıştım ya...
yaşasındı...harikaydı..kendimi seviyordumdu...

şimdiki araştırmamız bir deyim üzerine,"kapıdan girerken ayağını sürerek girmek".. mağaza benzeri biryere girdikten sonra, arkamızdan bir dolu insan sökün ederek gelmişse böyle bir söz edilir..ama acaba neye istinaden...hmm...??

Salı, Ocak 02, 2007

karmaşık..

cennet ve cehennemin sadece bir imge olduğu ve öldükten sonrası için kullanılsa da, aslen her ikisini de bu dünyada yaşadığımızı söyleyen görüş zaman zaman aklıma gelir...
her ne kadar ben,her ikisinin de var olduğuna ve ölüm sonrasında-arafta takılıp kalmazsak- birine gideceğimize inansam da, ölmeden önce yani hayattayken de vicdani ve mental bir takım ızdırapların bunları yaşattığını düşünürüm..neyse..

saddam'ın idam edilmesi(bayram arefesi) sonrasında gazetede gördüğüm bush hükümetinin elebaşlarını kapsayan foto karmaşaya soktu beni.. hangisi zebaniydi,hangisi şeytan bulamadım..
idam edilen saddam da,çok kişiye acı çektirmiş ve yine birçoğunun nefretini kazanmıştı,hatta idamı sonrasında çifte bayram yaşayanlar-şii gruplar- vardı... öte yandan, saddam'ın ölüm haberini almam sonrasında yaşadığım ve tanımlayamadığım, "üzüntü" diyebileceğim duyguyu da anlayamıyordum... "yandaşlık" dürtüsü müydü...?!
ama ölen-idam edilen demiyorum- o fotoğraftakilerden biri olsaydı(ismi lazım değil bush) tüm dünyanın bayram edeceğine eminim..(kına tükenirdi)
neyse,ne diyordum... işte dedim ki, nerede yaşıyoruz... iyi ve kötünün-neye göre kıyaslıyorduk- hakkında hüküm verilemeyecek kadar birbirine karıştığı bu yer,neresiydi.. cennet olamayacak kadar çirkin, cehennem olamayacak kadar sakin...
dünyanın tanımı bu muydu...
evet insana has duygular, haller vardır... ama hepsi "insani" değildir... çünkü varlığını sorgulayabilme ve bunun farkında olabilme yetisine sahip bir canlının, her duygu ve düşüncesini uygulayacak kadar primitif olmadığı, kendine- nefs ve irade bütünü- hakim olabildiği düşünülür... kim düşünür, ben...
neyse..karmaşık olarak başlıklandırdığımız düşüncelerimiz bu kadar olmasa da,daha fazlasını söze dökemeyeceğiz şimdi diyerek uğurluyoruz kendimizi...