Cuma, Aralık 29, 2006

hundred percent jesus...

evvelden beri pek sevdiğim,ancak hiçbir yerde bulamadığım-indırıbıl anlamda- şarkıyı buldum.. yani arkadaşım buldurdu.. feci sevindim, havalara uçtum falan...
"you're the one i love the most" kısmını i'm the one i love the most niyetiyle dinleyip, niyetle kalmayıp o şekilde dillendirmekten aldığımız keyif de bi ayrı... he bi de, sözlere çok takılmamak lazım canım..
dırırı dırırı dırırırı rırı rırııı.. handrıd pörsenn ciyzııs, handrıd pörsent cisıs tu miiie..
(keyifliyim,bugün cuma.. sonrası tatil, bayram, yeni yıl..heyyoo..)

Çarşamba, Aralık 27, 2006

kimin işi daha zor..

çözemedim..çok ciddi bir sorun.. etraf çıtır kaynıyor,bu durumda erkeklerin işi zor yani.. peki kadınların işi... sevgilisi olanların mı daha zor, olmayanların mı, onu da bulamadım..
neden herşey daha kolay olamıyor insan ilişkilerinde... defteri kebirden ekber defterlerde tutulan hesaplar olmasaydı.. zati,yaşamın gerektirerek getirdiklerinin dışında böyle kaygılarla uğraşıp yorulmayaydık.. ya bak cidden sölüyorum, dalga geçerek yazmaya başladım,ama ciddileşti gidişat.. valla yoruldum ya... pılımı pırtımı da bırakıp gitcem yine- mekanen değil mecazen....

Pazar, Aralık 24, 2006

"okuyorum"

kitap okumayı "tanıtma" ve özendirme kampanyasıyla, istiklal'de kitapçı vitrininde kitap okuyan tiyatrocu ile tanışmıştık..bigumigu'da da haber olmuştu hatta...
şimdilerde beyoğlu belediyesi'nin düzenlediği okuyorum festivali çerçevesinde; istiklal caddesi üzerinde galata kulesi formundaki fanuslarda ünlüler ve ünlü olmayanlar kitap okuyacakmış..
cumartesi istiklal'in girişinde ve ykb önünde rasladıydım da, nedir bu böle masal evi kıvamındaki kulecik falan dediydim...
insan düşünüyor tabii...kimi, ne derece etkiler diye...bilemedim...

hoppalaaa..

öyle durumlar olur ki,dumur olur, hoppalaaa dersiniz... dimi..

kuafördeyim,elele dergisini almışım, atlaya atlaya bakıyorum,okuyorum falan..
bildiğimiz üzere bu tip dergilerin oldukça yüksek sayfa yüzdesi reklamlara ayrılmıştır ve çok yaratıcısından, fotoğraf çekimiyle etkileyenine kadar bir dolu reklam görürsünüz... tekrar ediyorum dergi elele... herhangi bir mağazanın kataloğu ya da okul dergisi falan değil..(neden okul dergisi değil dedim, okulda bu tip aksiyonlarda sayfaya reklam için mahallemizin bakkalına gittiğimiz bile olurdu ya o açıdan) neyse...
huzurlarınızda lal butik-abiye giyim..ha burada ne o butiğe, ne de resimdeki ablaya birşey söylüyor değiliz...
görüntü, elele dergisi aralık sayısından cep telimle alınmıştır demiş miydim...

Salı, Aralık 19, 2006

Pazartesi, Aralık 18, 2006

cümlelerin gramajı..

farkettim de; düşüdüklerimin ağırlığı hafifleyip, yazacağım şeyler azaldığında, cümlelerim uzuyor..

Pazar, Aralık 17, 2006

12.kat

sabah, öğle, akşam..aç ve/veya tok karnına,uykudan önce/sonra... muntazaman asansör bekliyoruz..inmek ya da çıkmak için.. çift ve tek katlar olarak ayrılmış,toplam 4 asansör ve bina da 16 kat olunca, oluşan kuyruklardaki sarmalların bizatihi parçası olarak hayatın anlamlarına doğru yola çıkabiliyoruz..
zati son 1 senedir sabahları kalkarken sorguluyorum... "nereye gidiyorum ben, neden gidiyorum, hani yapmak istemediğim hiçbirşeyi yapmazdım ben, para mı sebep.. evet.. olsun yat tekrar yatağına, kalkma, gitme..ler içiiinden caaanım, koşarak koşarak git servise git " pozisyonlarındayım, ki bu benim suyumun kaynadığına işaret eder...

hayattaki kararlılığım, ne istediğini bilmekten ziyade,ne istemediğini bilmek üzerine kurulu galiba... ve istemediğimi bildiğim bir ortamda,bir işte çalışıyorum... kendimi çok mu önemsediğimden böyle hissediyorum.. yani; yok hayır ben buna layık olamam, hayatımı böyle geçiremem(heba edemem de denilir halk arasında), daha farklı bir iş yapıyor olmalıyım diye düşünmek, içinde bulunduğumuz durumları hak etmeyecek kadar üstün ve iyi olduğumuzdan mı... peki öyle değil miyiz zati... neyse ne... ama yok hayır,cidden ben buradan emekli falan olmamalıyım...
allahtan "delilik" gibi bir nimete sahibim az da olsa... gerektiğinde kendimi ve çevremi eğlendirebiliyorum.. daha doğrusu bi çeşit illüzyon yeteneği bu; rutin hayatın parametreleri üzerine....

bizim bu 12.katta iki tane toplantı odası var.. amacına hizmet ettiği zamanlarda sıkıcılar, ama boşken, hele sabahın erken ya da akşamın gün batımı saatleriyse, benim kendime kıyak çekmemi sağlayan "mabed" hallerine bürünürler...
sabahları kitap,dergi falan okurum.. akşamları daha özeldir.. günün yorgunluğu üstüne harika bir mucize gibi gelir bana... her nekadar manzaram çevredeki diğer yüksek binalarla bölünüyor olsa da, aşık olduğum sarı renk ve tonlarının mavilerle dans ederek gökte oluşturduğu masalsı tuval ya da odaya hakim oluveren hardal ışık beni mutluluk dalgalarıyla boğar...

masama geri dönerken gözüme takılan acil çıkış yönlendirmesi ve koşan adam figürü, her defasında bunun bir işaret olduğunu düşündürse de,halen, maalesef oradayım...

Perşembe, Aralık 14, 2006

baş ağrısı...

bu sabah beşiktaş'ta bankta uyuyan adamı görünce, birden aklımdan geçti şu cümle..
" başağrısı aslında lükstür"
açıklama cümlesi yazmayacağım çok fazla...
aç olanları,açıkta olanları,baldırı çıplakları düşündüm... sonra tersi olanları...
ve başağrısını...

bir de ilk göz ağrısı var...ya da var mı gerçekten böyle birşey...düşüneyim..

Pazartesi, Aralık 11, 2006

susmanın saygınlığı...

gerçekten var mı böyle birşey.. "boşver ya çocukla çocuk olma" gibi cümlelerin sebebi bu mu... sinirlenilmemesi için söyleniyor olamaz bu "yatıştırma" cümleleri.. çünkü, damarına basan, kanına dokunan, düşüncelerini mıncıklayan, düşüncesizce söylenen sözler karşısında, konuşsan da bir,sussan da; sinirlenmek bakımından... hatta konuşsan belki daha bir yatışacaksın, düşüncelerine akıtılan zehrin, panzehiri olacak edeceğin sözler.. ama yok, erdemlilik adına,çiğ olmama adına susarsın, susturulursun...
iradeye hakimiyet ve kontrol, bir güç ifadesi olarak yücelik katar bir de... ve tüm bunları kaybetmemek adına sustuğunda, varlığını sorgularsın.. ben gerçekten bu muyum, yoksa mış gibi mi yapıyorum diye... sorgulaman bir cevaptır belki,diyebilirsin.. ama ben emin değilim öyle olduğundan...

bak aklıma birşey daha geldi.. cevap ver(me)mek anlamındaki susmanın dışında, sormamak, sorgulamamak için susmak da büyüklükten sayılır.. oysa bazen büyüyen sadece içimdeki karadeliklerdir...

her ikisi için de, özündeki şey kabullenmek sanırım... ama işte, çocukluğundan beri sorarak ve konuşarak büyüdüysen; anlayamıyorsun, büyüklük için susmayı ve sormamayı... bazen küçülüp, bazen büyüdüğümden boyum çok uzamadı galiba...

biriciklerimden birisi..

çokokeremim, keremkaramelim..aşkım, bitanem, adamım benim..
10122003'ten beri hayatıma anlam katan iki küçük şeyden küçük olanı oldun..
sen büyü..ben kocamış teyze olayım, ama yine iki arkadaş olalım olur mu...
şimdilerde nasıl güveniyorsun bana; bilmiyorsun tabii teyzenin de bilmedikleri, teyzenin de yapamayacakları var.. ama bunların farkına vardığında da, güvenin devam etsin olur mu.. birşey,biz inandığımız sürece bizim için gerçektir hayatım...
ve ailen, herzaman, herşeyden kıymetli olsun...
bunları nasıl olup da okuyabileceğini düşünüyorum.. evet, ben bir yolunu bulurum..
çünkü, evet istersek yapabiliriz...
sevgimle...

Çarşamba, Aralık 06, 2006

gizli düşünceler..

bazen utanıyorum.. yani şu anlamda, diğer insanlara bakarken ya da gözlemlerken aklımdan geçenlerden, aklımdan geçmek için tam da kapıya gelenlerden, utanıyorum.. sen kimsin ki diyorum kendime..sen kimsin ki, birbirine romantik romantik sarılmış çiftlerin yüzlerini, giyinişlerini, tavırlarını falan inceleyip; "hah tam da birbirinizi bulmuşsunuz, hatta nasıl olmuş da siz de çift olmuşsunuz" nasıl diyebiliyorum... ve bunu söylediğim anda nasıl nefret ediyorum kendimden.. hadi bu yarı bilinçli birşey, çünkü yaptığımın yanlış olduğunu düşündüğümden, bu hallerimi farkettiğim anda abidik gubidik şeyler düşünerek kafamı dağıtmaya çalışıyorum... yarı suçluyum..kabul...

ama gayet bilinçsiz ve gayri ihtiyari olarak, bir başkasını "üzdüğümü" düşünerek de feci şekilde üzülüyorum, utanıyorum... dün mesela, motordayım, yorulmuşum, elimde paketler, etrafıma bakmaya bile mecalim yokken.. neden gözüm sağ çaprazımdaki adama kaydı.. neden,gözüm kaydıktan sonra, alnında saç sandığım şeye tekrar bakma ihtiyacı hissettim... alnındakinin saç değil, bir çıkıntı olduğunu gördüğüm ve adamla gözgöze geldiğim an, yer yarılsaydı.. yok yer dursaydı, ben denizin, yerin, mağmanın dibine inseydim ve orda kalsaydım... olmadı.. unicorn'un boynuzu gibi diye bilinçaltımdan benzetme bile yaptım..
ve sonra, sanki etrafımdaki herşeye, inceleyici ve şaşıran gözlerle bakıyormuşum gibi yapıp; yanımdaki kadının çantasına, karşımda oturan çocuğun ellerine, gerekli gereksiz her yere bakındım.. güya,adamı kandırmaya çalışıyorum, bakın ben herşeye böyle eblek eblek bakar şaşırırım, mesajını veriyorum ismi olmayan iletişimler diyarından... salak.. sadece salaksın halbuki... çünkü adam biliyor, normal görünmediğini ve belki alıştı bile insanların ona bakmasına...
ama sen...ama sen bakmamalıydın... hele normal olduğunu düşünen insanlar dünyası içindeyken, kimseye ama kimseye normal olmadığını hissettirmemelisin...
peki çiğlik mi; şaşırılabilecek şeylere bile normalmiş,umursanmıyormuş gibi tepki vermemek ve şaşırmak,üzüldüğünü belli etmek...bilmiyorum... tarif edemiyorum,susmalıyım...
.