Salı, Mart 30, 2010

konsantre...

birşeyi okurken, özellikle dergi/gazete yazılarında öyle zor konsantre oluyorum ki... gözlerim satırlarda kayarken başlıyor alttan alttan dalgalanma. düşüncelerimi mi düşüneyim, okuduğumu mu düşüneyim ayrımında, sar başa bir daha oku yapıyorum... o gün ofiste neler olmuştu, nasıl da rezil oldum çocuğa, yarın ne giysem gibi dünyeviliklerden başka bir de şöyle oluyor...

okuduğum şey ne demek istiyor anladım mı, yoksa anlattığını düşündüğüm şey mi zannettim... aman okumiyim boşver... peki bunları sonra kullanacak mıyım... kullanıp kullanmayacağıma göre mi okuyacağım... bunları düşünme de oku... okuyorum zaten... okuyosun ama aklın beyninde... tamam başa dönüyorum o zaman... bi dakka bunu okumayı gerçekten istiyor muyum, yoksa hani ne biliyim... daha neden bahsettiğini anlayacak kadar okumadın ki... bak kaç satır gitti yine, hadi satır başı yap...

Çarşamba, Mart 24, 2010

hamur işi..

hamurunda yoksa olmuyor işte... kimisinin su ve süt yerine tükürükle yoğrulmuş, istediğin kadar öyle olmaya çalış gibi’den ötesini göremezsin... patlar, açık verirsin...

ya yoğrulduğun hamurla pişmeye çalış, ya yeniden yoğrul... diğer türlü ekşir, bozulur ve pişemezsin... kabartma tozu unutulmuş kek gibi, kabından taşmayı bırak, kabaramazsın... tadın olmuşla olmamış arası, ama kesinlikle doyuruculuktan uzak, lapçik olmuş pilav gibi kalırsın öyle... sonra füzyon da her tarifte tutmaz, ben yaptım oldu diyorsan buna önce kendin inan, sonra sun...

ha sen piştin de sofradaki yerini mi dert ettin... merak etme iyi piştiysen bulunamayacağın sofra yok... sade ama merak uyandırıcılığınla her tadanda hoş bir tad bırakacaksın...

afiyet olsunlar...

Salı, Mart 23, 2010

cenin pozisyonu...

nedir bu cenin pozisyonunda kuytuya çekilme... uyuyup uzun bir süre uyanmama... gitsem dönmesem uzun bir süre istekleri... hatta denize dalsam dalsam dalsam, bir süre çıkmasam duygusu...
yorgunluk, sıkkınlık, kaçış...
değişmeye, değiştirebilmeye olan inanç azalması...

-------------

yazık ama bize... yutkunduğumuz cümlelerin yarattığı mide yangısı, kalp sızısı, baş ağrısı...
neden bunu yapıyoruz kendimize "güçlü durma gerekliliği" ve gurur mu, gerçekçilik mi...

kendini fazlaca önemsemek mi... basitsin, böceksin aslında, debeleniyosun işte...

--------------

"mutlu musun" sorusuna hemencik evet diyebilecek kaç kişi var... mutlu olmamız garip ve mutlu olmamamız normalmiş gibi davrandığımız sürece, suç gibi algılamadan evet mutluyum diyebilecek kişilerin oranı düşük çıkar sanırım... mutluluğun rafine, som, saf bir madde olmadığını unutuyor muyuz? ne gerekiyor ki %100 mutluluk için... yapılamamışlıkları, yaşanmamışlıkları, kırılmış dökülmüşleri, bitenleri, başlamayanları düşünüp nereye kadar ilerler bu gemi...
ve mutsuzluk... çocukça, ergence falanca mı ki... mutsuzluk da bir hal, özümsemek gerek... her zaman laylaylom, her zaman enerjik, her zaman güleç, her zaman espirikligeyiklicıvatasıgevşek olmak da tuhaf...

--------------

offf bahar yüzünden bunlar... kimseye demiyorum bunları kendime laf anlatmaya çalışıyorum işte... hem bazen zihnim de rölantide oluyor, n'olcak...
hadi bugün erken yatayım...

allahım........ ......... ................ . amin :)

Cuma, Mart 19, 2010

-myspace-

masama her gelen bi uyyyy çekiyor... ne güzel diyen de var, ne karışık böyle diyen de... bana normal geliyor :)




fotoğraf postumdan sonra koymam da iyi oldu hani, ahahah...

Salı, Mart 16, 2010

hırsım ne az ne de çok...

Canım sıkkın
İçim sıkkın
Canım sıkkın
İçim sıkkın

Çünkü saçım sarı değil ki
Yüzüm güleç durmaz ki
Örften adetten anlamam
Dedikodudan pek hoşlanmam

Herkese ısınmam ki
Car car car konuşmam ki
Gerdanımı kıramam
Reklam için soyunmam

Ama ne yapsam
Ne yapsam
Ne yapsam da...

Ben ölmeden ünlü olsam
Magazin programına sunucu olsam
Ben ölmeden ünlü olsam
1 evde gelin olmak için yarışsam

Ben ölmeden ünlü olsam
Magazin programının rüküşü olsam
Ben ölmeden ünlü olsam
Canlı yayında bol bol ağlasam

Manşetlik hayatım yok
Hırsım ne az ne de çok
Arkanızdan konuşsam
Yüzünüze bakamam

Peki ne yapsam
Neler yapsam
Neyi satsam da

Ben ölmeden ünlü olsam
Magazin programına sunucu olsam
Ben ölmeden ünlü olsam
1 evde gelin olmak için yarışsam

Ben ölmeden ünlü olsam
Magazin programının rüküşü olsam
Ben ölmeden ünlü olsam
Canlı yayında bol bol ağlasam

Biraz daha param olsa
Biraz daha gücüm olsa
Biraz daha yüzüm olsa
Biraz daha ünüm olsa


...bir/ 3.1 / üçnoktabir- ölmeden ünlü olsam

Pazartesi, Mart 15, 2010

fotoğraf hafıza

tatile ya da bir yerlere gezmeye gittiğimde dakka başı fotoğraf çeken biri değilim, genelde görmüş ve orada bulunuyor olmanın mutluluğunu tatma duygusu daha ağır basıyor... çünkü fotoğraf çekeyim derken doğal algım bozuluyor gibi geliyor... hafızaya almak daha tercih edilesi... tabii yine de belgeliyorum bazı anları, fotoğraf karşıtı da değilim yani...

ama son zamanlarda bu fotoğraf olayını düşünmeye başladım... ne orada bulunmak, ne kendine belgelemek sanki dert... paylaşım ortamlarının manyaklığı etkisiyle paylaşmaktan da ziyadesiyle bir gösterme dürtüsüne dönüştü sanki bu... eleştiriyorum ama ben de etkisindeyim az biraz ve rahatsız oluyorum bundan... kantarın topuzu kaçmaz umarım :)

amaaan gel-gitliyim nasılsa yarın öbürgün başka şeyler dersem şaşırma, eheh..

Cuma, Mart 12, 2010

bir suç işledim...

Geçen gece taksim’den dönerken bir kaza yaptım, daha doğrusu yoldan geçen bir adama çarptım... ne yapacağımı bilemeden de kaçtım oradan... nasılsa böyle kazalar çok oluyor ve kim vurduya gidiyor insanlar... sonrasında gazetelerden gördüm ki adam ölmüş...büyük vicdan azabım oldu, polise gitsem mi acaba diye, ama vazgeçtim... allah’ın tek salağı ben miyim, çarpıp kaçan, bu suçu işleyen binlerce belki milyonlarca insan var dedim... itiraf edip de, tüm insanlığın suçunu ve insanların öfkesini niye üzerime alayım ki...

ne düşünüyorsunuz bunları okuduktan sonra... bir canı yanlışlıkla dahi olsa o şekilde aldığım, onu ölüme terkettiğim için insanlık suçu işlediğimi, ne kadar adi ve şerefsiz hatta korkak olduğumu mu... hatta hatta beni öldürmeyi?

insanlık suçu işlemenin mi, yoksa bu normal birşeymiş gibi hayata devam etmenin ve olan/ olabilecek tüm bu suçları meşrulaştırmanın mı daha kötü olduğunu düşündünüz mü?
Muhatap/kurban birey olduğunda bunları ne kolay dile getiriyoruz, o kişiyi yargılamadan idam bile ediyoruz... çoğunluğun, böyle bir cinayet sonrasında “ama şoförün de gerek kazayı yaparken gerekse sonra kaçarken haklı sebepleri olabilir” dediğini sanmıyorum... işin tuhafı bu çoğunluk kısım, söz konusu ülkelerarası savaş, saldırı, katliam ya da suikast vb bir durum olduğunda bir anda yer değiştiriyor ve “ama haklı sebepleri olabilir” diyor...

Şüphesiz uluslararası ilişkilerin ve savaş/ kaos ortamlarının farklı psikolojileri ve politikaları olabilir, en basitinden çıkarların oranı çok farklı boyutta işin içindedir... ama yapılmış olan bir suçu reddetmeniz, olan/olabilcek benzer diğer tüm suçlara da göz yummanız, yargılanmalarını istemeyecek olmayı kabullenmeniz anlamına gelir...

Birşeyin insanlık suçu sayılması için kıstas nedir? Ve bu suçu reddetmek onu gerçekleştirmek kadar ayıp ve utanç verici değil midir?

Kavramlar ve yüklediğimiz anlamlar farklı olduğu için soykırım demedim... soykırım ya da cankırım, farkı olmamalı...

Günlerdir kafamdan bir dolu şey geçiyor, toparlayamıyorum... yine de tam olarak anlatamamış olabilirim, ama benim basit penceremden şimdilik gözüken bu...


-allahım sen ne kurban ne muhatab et bizi-

*ilk paragraf misaldir

Perşembe, Mart 11, 2010

kayıp olan hangimiz...

dün hayatın minik tesadüflerinden biriyle sinema bileti 'kazandım'...

nezih ünen'in "anadolu'nun kayıp şarkıları" isimli filmini epey bir önce arkadaşım ve bigumigu sayesinde duymuştum, merakım uyanmıştı, izlemek istemiştim... ama açıkçası dün bilet kazanınca hem sevindim, hem de o kadar saat şarkı/türkü kesin bayılırım, uyurum acaba gitmesem mi falan diye düşündüm...

yine de bunun boş beleş bir tesadüf olmama ihtimalini değerlendirmeliyim, orada olmalıyım dedim... nişantaşı'nı da seviyorum zati, hava da soğuktu ama yağmurlu değildi... e iyiydi bu kriterler...

gittiğimde henüz kalabalık tam oluşmamıştı, kırmızı halı yürüyüşümü de gayet yorgun bir halde ve paspal iş kıyafetlerimle yapmış oldum... evet itiraf ediyorum, o anda kendimi ortama ait hissetmedim ve kaçıp gidesim geldi, neyse... bu aidiyetsizlik ve yorgunluğun da etkisiyle kokteyl ortamında takılmak yerine salona gittim ve ekranı tam ortadan gören en güzel koltuğa oturdum... :) kalabalık salona doluşana kadar da biraz kestirdim...

ve film... harikaydı... tarif edilemez bir şekilde hoşuma gitti, gülmsetti, gözlerimi doldurdu ve -gerçi belki bu kişisel birşey ama- daha komiği (niye komikse) hayatıma girmiş olan ve o sırada aklıma geleceğini tahmin etmeyeceğim kişiler film şeridi içinde gözüktüler bana... acaba başkalarına da olmuş mudur bu, hayatlarından kısa bir özet, kesit görmüşler midir... yolculuğa çıkmışlar mıdır kendi içlerine doğru...

anadolu'nun kayıp şarkıları'nda kendimi buldum, kendimi bulurken unuttuğum(uz) birçok şeyin de farkına vardım... o film içinde rol alan ve benim 'gördüğüm' kimse eksik olmasın, hepsi sağolsun, hep olsunlar istedim... onlarla var olduğumu(zu) hissettim...
(film sonundaki açıklamalarda bazılarının vefat ettiği bilgisinde ağladım da...)

görerek, duyarak tecrübe edin anadolu'nun kayıp şarkıları'nı...

nezih ünen senin ve ekibinin eline, yüreğine, fikrine sağlık... eksik olmayın...

*izleme fırsataını veren mavi'ye de özel teşekkür*