Pazartesi, Ocak 31, 2011

Pazar, Ocak 16, 2011

tehlikeli oyunlar

herkese izletesim, sevdiklerime hediye edesim var...
oğuz atay'ın tehlikeli oyunlar'ı seyyar sahne ile izleyiciye sunulmuş... ve öyle güzel yapmışlar ki; aynı oğuz atay okurken olduğu gibi; izlerken de gülsem de, hüzünlensem de hep mutluydum.


oyuncusu erdem şenocak, "oyun 2 perde ve ilk perde 80dk. 2.si 50dk." dediğinde tek kişilik oyun ve 130 dk. mı vay da vay diye düşünüyor insan ama özellikle ilk perdenin nasıl geçtiğini anlamıyorsun...
cem yılmaz gösterileri kadar izlensin isterim... şubat programına bakın derim.

kendilerinin ağzından oyunun ortaya çıkışı :
"Tehlikeli Oyunlar’ı sahneleme fikri Ağustos 2008’de Gümüşlük Akademisi’nde oluştu. İTÜ Sahneli ve Bilgi Sahneli oyuncuların katıldığı, ben ve Erdem’in yönetimindeki ikinci tiyatro çalışması kampındaydık. Günün son çalışması gece onbir-oniki arasında sesli roman okumaktı. Tehlikeli Oyunlar’ı kampta okumayı önerdiğimde aklımda sahneleme düşüncesi yoktu, ancak romanı duymaya başladığımda çalışma arkadaşlarıma böyle bir öneri yapmaya karar verdim. Aklıma bir takım sahneleme buluşları filan geldiğinden değil, bir çeşit refleks olarak gelişti öneri. Tek bildiğim tek kişilik bir oyun olacağıydı. Şimdi dönüp baktığımda her büyük romanda en az bir tane tek kişilik oyunun saklı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Hatta bana öyle geliyor ki ‘tek kişilik oyun’ mefhumu roman sanatının sahne sanatına çevrilmesinden doğmuştur. Yani modern romandan önce tek kişilik oyundan söz etmek anakronik bir durum olurdu. Modern romanla tanışmamış bir çağın izleyicisinin sahnede göreceği tek başına bir oyuncu, onun algısını aşardı; oyuncunun arkasında bir koro olmaksızın oyuncuyu algılayamazdı. Özetle, tek kişilik oyun, tiyatronun romanla hemhâl olduğu yerdir. Roman bireyselliğe, tiyatro ise kamusallığa denk geldiğinden bu buluşma, bireyin bütün mahremiyetiyle kamunun ışığına çıkışını temsil eder. İzleyeceğiniz oyunun oyuncusu Erdem Şenocak’tır. Çalışmalar sırasında sahneleme, oyunculuk üslubu, metin düzenlemesi üstüne önerileri Oğuz Arıcı ile birlikte yaptık. "

emeğinize sağlık erdem şenocak, celal mordeniz ve oğuz arıcı...

ve ruhun şad olsun canım oğuz atay...

1972 yılında yapılmış söyleşisi için >>

Cumartesi, Ocak 08, 2011

canım istanbul


canımcık nesnelerime yenisini ekledim geçenlerde...



canım istanbul /paşabahçe*... ismi de ne güzel uymuş.


* porselen tealight mumluk

seziyorum öyleyse varım

"benim sezgilerim kuvvetlidir" her 5 kişiden 3'ü, her 5 kadından 4'ü tarafından söylenebilen bir kalıpsa ben kaç yaşındayım?

sezgi sandığımız şeylerin şüphe ve paranoyalarımızın oluşturduğu zanlar olduğunu düşündünüz mü? sorduğuma göre ben düşündüm tabii.
gerçi şüphelerimizi ve onların tetiklediği paranoyalarımızı mesnedsiz değil de yaşanmışlıkların ve gözlemlerin bünyemize kazandırdığı eklentiler olarak düşündüğümüzde de, sezgilerimiz yüksek ölçekli tahminlere dönüşüyor.
sonra efendim basiretli olma çabaları, kontrol manyaklığı ve biraz da mükemmelliyetçilik varsa sen gör nasıl ivme kazanıyor sezgilere güvenmek.

birisi olasılık diğeri yakıştırma, hayır yormasa, bi sezilse geçse...ama yok... illa sezilen şeyler üzerine bir de başka düşünceler,olasılıklar bina edilir. borçlarını falan değil de kurguladıklarını düşün dur, vay anam vay.
ya insan ilişkilerini etkiliyor asıl ne fena, tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış sonra tavşan kurdeşen dökmüş falan.

mümkün mertebe uzak durmalı, sezgi gelince işim var deyip kaçmalı.
hayır yani gerçekten algıysa da bu, algılama he de geç, herkes algılı mı?

sonus



geçenlerde davulcusu, bascısı, solisti ve tüm ekipmanı arkadaşım olan bir grup ilk sahnesini aldı, heyecanlandık ve bunu onlara feci çaktırdık, eheh...


allahtan konser keyifli geçti, eğlendik de...
asıl önemlisi onların mutlu olduğunu gördük ya daha ne olsun...

bir brokoli yedim hayatım değişti

sosyal medyayı çok konuşuyor, eleştiriyoruz... öyle deYil, böyle falan da
diyoruz ya... heykelini yapıyoruz aslında ve kişi sayısınca heykelimiz var...

neyse...şimdi gayet detaylı anlatımlarla, yüceltmelerle tuvaletten falan bahsetsem bu kesinlikle şu cümlelerim de dahil olmak üzere bir çok sessiz cümlemi kurmamı sağlayan düşünceleri orada oluşturabildiğim içindir... ne kadar övsem, mutluluğun tasvirinde ne kadar kullansam azdır... acı verdiği de olmaz mı, olur ama sonu yine mutludur...
yau blog sindirim sisteminden bahsetme yeri değildir, samimiyet dedik suyu çıktı denirse... kusura bakmayın ama sindirim sistemimden konuşuyorsam bu samimiyetten falan değil, sadece kendimden bahsediyor oluşumdan... her kendinden bahsediş samimiyet içermez derim ben de... bi durun orada, yani herkes nerede duracağını bilsin bi önce...sen! kaynak yapma...

neyse... resmen sağlıklı yaşamak bana göre değil onu görüyorum...
kalsiyum mu? süt iç... c vitamini mi? brokoli ye... kolestrol dostu mu? bulgur ye... cilt güzelliği, diş etlerine masaj mı? elma ye... şahane! şahane ama ceremesi var -ne karizmatik bir kelime cereme-
bu arada bu saydıklarımın hepsini sağlık için değil, sırf sevdiğim için tüketiyorum aslında ama sağlığımı bozuyor meretler... yani tam bozmak demeyelim ama bir brokoli yedim hayatım değişti tadında oluyor...
bir de sağlıklı olmasa da sevdiğim ve yine eksenimi wcye doğru kaydıran yiyecekler var ama, vazgeçemiyorum... hastalıklı ve bitirilemeyen ilişkiler gibi; seviyorum naaabiyim...

neyse neyse işte...

Cumartesi, Ocak 01, 2011

ses

mucize deyince kocaman bir şey beklediğimizden kesmiyor bizi ufakları...

farkında olmadan yaptığımız gözlemin farkına vardığımız zamanki mutluluğu mucize değil midir?

tüm algılarımız uyku halinde zannederken duyduğumuz ses ve o sesin yaşattıkları...

bence mucize, hayatı oluşturan ve aslen farkında olmadığımız tüm anlar işte...

farkına varabilme yetisi diliyorum hepimiz için...

***

yeni yılla ilgili bir şeyler söylemem gerekiyormuş gibi hissediyorum...
yeni yıl bir kişi olsaydı eğer, ona şunları söylemek isterdim...
2011 seni kimse sevmiyor ya-öyle duydum şu ana kadar- ben seviyorum...
ve bu kez, kimsenin sevmediğini sevmek için değil, içimden geldiği için...