Pazar, Kasım 30, 2008

yapmak isteyip yapamamak...

epey bir süredir otobüse binmemiştim, bugün değişiklik oldu bana..
şansıma yer de buldum..
birkaç durak sonra o bindi.. beyaz balıkçı üzerine beyaz tişört giymişti.. o kadar temiz, saf ve güzel görünmesi o beyazlıktan mıydı bilmiyorum.. ama üzeri ince değil miydi biraz..
ve sonra bana doğru yaklaşınca farkettim ki şortluydu da.. bu havada şort...
ayağında futbol için spor ayakkabısı.. çorapları daha dizine bile ulaşmamış, kısa... belli ki maça gidiyor ama, duruma, havaya uymayan bir görüntü gibi aslında..

bir an onun hissettiği ısıyı hayal edebilmek için üzerimdeki kabanın, hırkanın olmadığını vs düşündüm.. otobüsün içi fena değildi ama ürperdim yine de... o hiç üşümüyor gibiydi gerçi, bir de kendinden emin..
içimden sormak geldi, üşümüyor musun böyle diye.. soramadım tabii..hem salak ben.. dizine kadar uzun çorabı vardı da mı giymedi ya da üzerine giyecek montu, hırkası vardı da o mu bıraktı.. bir ihtimal tabii, belki annesinin ısrarına rağmen inatla giymedi montunu.. ama abisi olduğunu tahmin ettiğim diğerini incelediğimde, durumun inattan farklı olduğunu hissettim..
ve ne yapmak istedim..
maç yaptıktan sonra terlersin,böyle olmaz deyip çıkartıp hırkamı ona versem.. büyük müyük gelir ama... yok olmaz...
çıkartıp para versem... yuh.. oha bana yani..
buralarda üstbaş neresi satar ki... ama bu saatte bakkallar daha yeni açılıyor..bu da olmadı...

onlar otobüse bindiğinden itibaren başlayan ne yapabilirimlerle dolu cebelleşme süreci..

beylerbeyi'ne geldiğimizde indiler.. oradaki sahaya gidiyorlardı belli... geleceğin futbolcusu ve abisi..
bir anda ışık yandı bende.. üsküdar'a gidinceye kadar vakit de geçer, mağazalar açılır nasılsa.. nerede indiklerini de biliyorum.. birşeyler alır, geri döner onlara veririm.. olmaz mı.. olur mu.. yapmalı mıyım.. yapmamalı mıyım.. niye.. nasıl..
kılıfı bulmuştum.. 'eminim annen çok ısrar etti ama sen inatla giymedin.. ama sporcu kendine bakmalı' deyip aldıklarımı verecektim..

üsküdar'da sabah oldu niye derler ki..olmamıştı.. gün pazar ondan mı.. çorapçı da kapalıydı, spor mağazası da, ihraç fazlası falan satan yer de... hayal kırıklığım, iç burukluğum.. keşke herşeye rağmen hırkamı verseydim diye iç geçirişim..

dua edebildim sadece.. allahım sen o temiz çocuğu, abisini ve diğerlerini koru, gözet, yollarını aç...

Salı, Kasım 11, 2008

mustafa..

ne diyerek başlayayım.. can dündar'a çok teşekkür edeyim mesela, ilk satırdan..

film henüz vizyona girmemişken, ancak konuşuluyorken yine de, "can dündar nasılsa rahat, kimse onun atatürk sevgisini sorgulayacak değil, kendisi öyle bir konumda değil ki" şeklindeki görüşteydim.. film izlendikten sonra konuşulanları az çok duyunca, neler oluyormuş bu ülkede dedim yine.. neyse..

filmi izledikten sonra neler hissettim, neler düşündüm.. bundan kime ne, ama azcık birazcık söylemesem olmaz.. teşekkürümü sebeplendirmem gerekir diye belki..

bir kişiye, bir kesime değil herkese yapılmış bir atatürk filmi mustafa, ama daha çok da ezber sevmeyenlere..
kimi eleştirilerin tam tersine, tam da bu zamanlarda yapılmasının en iyisi olduğu.. herkesin, başını önüne mi eğer, şapkasını önüne mi koyar, aynanın karşısına mı geçer bilmem, nasıl yaparsa yapsın, olan biteni herşeyiyle düşündüren bir film..

mustafa kemal mitoloji karakteri, 'super' kahraman, hayal ürünü falan değil.. sihirli değnek kullanmadı.. tamam biliyoruz da, gerçekten biliyor muyduk diye dürten bir film...

hırslı, kararlı, cesur, kafaya koyduğu şeyi yapmanın ne demek olduğunu, ne sonuçlar getirebileceğini bilen, gören ve bunlara rağmen vazgeçmeyen bir devlet adamı.. bir erkek.. bir insan filmi...
atatürk sevgimi yoğunlaştıran bir film..

satırları, kelimeleri çekip bükerek anlatılacak, eleştirilecek parçacıklı bir film değil ama.. bütünüyle film..

aslında öz olarak, izlemeniz gereken bir film...

sevgiyle..

Pazar, Kasım 02, 2008

vizesiz bir hayat olsun..

yani vizesiz bir dünya olsa, istediğimiz zaman oradan oraya gezebiliyor olsak..

öyle ya üç günlük hayat, başka topraklara ayak basıp, farklı havaları solumak istediğimizde ayrıntılarla uğraşmasak.. (gerçi yani ülkende heryeri gezdin mi diye soran olabilir.. ama konuyla ilgisi yok diye cevaplayacağım..)
konu dünya vatandaşı olabilmek.. ama asıl konu bu da değil yine..

vize öncesi pasaport yenileme sürecinde işyerinden izin alıp, bir anda yaşamaktan bezdiğim ve hayatı iki satır arasına sıkıştırdıktan sonra herşeyden vazgeçebilecek ruh haline büründüğüm, güneşli sayılabilecek bir gündü... tüm bunların hepitopu emniyet müdürlüğü, banka, emniyet müdürlüğü zigzagları çizdiğim yarım saatlik süre boyunca olduğu düşünüldüğünde, ya hayatı hızlı yaşıyordum ya da kısaltıyordum.. neyse..

canıma tak demişti.. işlerim neden ters gidiyordu, daha 2 hafta önce pasaport harcı emniyette yatırılabiliyorken şimdi tam da ben yapacakken değişmişti sanki.. bankadakiler de başka bir gıcıklıktı... neden yaşıyordum ki, neden pasaport yenilemeye, neden gezip dolaşmaya, hayattan keyif almaya çalışıyordum ki.. bunları yapsam da yapmasam da ölecektim, birgün.. kime ne, ne yaptığımdan, neden yaptığımdan.. bana ne.. amaan şeklindeydim...
ve ve birşey yeşerdi.. evet evet.. olumluluk meleğim ancak uyanmıştı..ve fısıldadı.. hadi burda oturup kendini yiyeceğine git ortaköy'e bi kahvaltı yap, nasılsa beklemek zorundasın bari karnını doyur.. allahım!yine çok mantıklıydı..

tost falan yemeyecektim.. kahvaltıydı madem kahvaltı olmalıydı..
tabağım öyle çok alengirli değildi, ama gelmesiyle keyfim arttı.. hava güzel.. iş saatinde ben ortaköy'deyim, az biraz özgürlük.. rutinin dışında bir durum.. oohh..
kendimi harika hissediyordum, işe döndüğümde arkadaşlarım bana ne olduğunu falan sordular, pms bile vız gelir.. o derece.. eheh..


ertesinde pasaportumu almaya gittiğimde diyaloğa girdiğim polis memurunu anmadan geçemeyeceğim.. arabalıydım ve aslında emniyet müdürlüğü çevresine park edilmesine izin verilmiyordu, hatta buna şahit de olmuştum..amaa.. neyse.. arabayı park ettim.. koşar adım binaya gidiyorum ki, polis memuru seslendi..
-hanımefendi park etmeye izin vermiyoruz yalnız..
-(biliyordum, biliyordum.. izin vermiyolar işte, yine de..) hmm pasaportum hazır,hemen onu alacağım sadece 5 dakika..(kesin malesef falan filan dicek..)
-hmm 5 dakikaysa izin verebilirim buna..
-(şok..şok şok..şok...mutluluk!) çok teşekkürler..
içeri girdim pasaportumu aldım çıktım.. tekrar teşekkür etmeye hazırlanıyordum ki ikinci şoku yaşadım..
-alabildiniz mi pasaportunuzu..
-(yüzümde yayvan bir mutluluk gülümsemesiyle) evet aldım, çok teşekkürler.. kolay gelsin size..

günüm yine harika geçmişti.. insanların hala varolduğunu görmek beni mutlu ediyor..
işte sırf bu yüzden yaşıyorum ben de..

haa..vize için başvurmaya gittiğimizde merkezi su bastığından ve geçici bir süre başvuru alınmadığından bahsetmedim.. ama polyanna ruhu sağolsun, yine buldum bir kapı kaçtım harikalar diyarına.. birgün önce başvurmuş olsaydık içeride sular altında kalan evraklar bizimkiler olacaktı, en azından sağlamdaydık... yaa.. öyle işte... bekliyoruz bakalım...