Pazartesi, Ağustos 13, 2007

alaçatı..

gitmeden öncesine kadar pek bi sosyetik, tiki mekan olduğunu düşünüyordum, çeşme alaçatı'nın.. evet böyle bir özelliği de var,ama şimdiye kadar gördüğüm yöreler arasında-tamam tüm türkiye'yi gezmedim ama- tamamıyla yaşamak istedeğim bir yer oluverdi gördükten sonra... taş evlere aşık oldum, belki hep aşıkmışım da görünce farkettim.. ruhumu yakaladı resmen, hayalim yok diye hayıflanmalarıma bir cevap gibi geldi.. orada yaşamalıydım, işim,evim orada olmalıydı, belki çocuklarım da orada büyümelilerdi..
babam ve oğlum filmi de nasıl bir etki bırakmışsa bende, alaçatı'da hissettiklerimi yine o filmi izlediğim zaman hissettiklerime benzettim..
işin en güzel yanı, o eski taş evlerde insanlar hala yaşıyor,o evler canlı... restore edilip,öylece kalakalmamışlar.. ve işin diğer bir güzel yanı ise, yeni yapılan yazlıkların,evlerin bu eski doğal yapıya uyumlu yapılıyor olması... birkaç istisna yapı, tabela,anten falan olsa bile muhafaza edilmiş..umarım ben oraya yerleşinceye kadar ve sonrasında da bozulmaz...(garanti bankası'nı takdir ettik yine..çevreye uyumluluğuyla..)

emrah'ın çeşme'ye gidiş planını söylediği ve benim "gidelim,tabii" şeklindeki atlayışımdan beri acaba gitmesem mi diye bir soru vardı kafamda.. hani o kadar yolu sadece haftasonu için gideceğiz, yol yorgunluğu sonrası iş var, gideceğim için evde oluşan huzursuzluk durumları var falan gibi sebeplerle kafamın içi gel-gitliydi.. şimdi diyorum ki; hepsine değmiş, iyi ki beni de çağırmışlar, iyi ki gitmişiz, iyi ki katılmışım plana..

yolumuz rahat geçti... cuma gecesi çıkıp, cumartesi sabah 7 civarı alaçatı'ya vardık.. (gideceğimiz oteldekiler uykudaydı, ev-otel tarzında oldukları için kapıları geç açılıyor sanırım)
gidiş ve dönüşlerde izmir tarafında ben kullandım bir süre..( bana güvendiği için de ayrıca teşekkür etmeliyim emrah'a, 200'e vurdurduğumda bile,hehe)
hernekadar müge denizin tuz oranının kaş'tan bile fazla olduğunu söylese de, ben denizi de beğendim.. kumu ince, suyu berrak..
cumartesi'ni, babylon'un plajında bir gölge, bir güneş malaklık yaparak geçirdik tabii.. (yine de akşam dışarı çıkmadan 1 saat daha uyumalıydık bence ,eheheh) keyifli akşam yemeğimiz boyunca alaçatı'da yaşama hayalleri kurduk, güldük,eğlendik.. üzerine sakızlı türk kahvelerimizi içtik... yavaştan babylon'a geçtik (merkezle arası 2 km civarında, tekerlekli taşıtlardan birini kullanmak gerekiyor) teoman bizi şaşırtmadı ve programı 23:45'te yapılan konsere, 00:30'da çıktı.. performansı geneline göre iyiydi, ama biz yine de yaşlanmaya başladıkça aslında tarz mı değiştirmeye çalışıyor acaba diye düşündük(bağırgaçlarını çok kullandı yine).. konser sonrası, müge'yle beraber tanışmak için harekette bulunduk, görüşmek isteyenleri birkaç kişilik gruplar halinde sırayla alıyorlardı, sevindirik olduk önce...ama paravanın arkasındakileri göz ucuyla da olsa görünce vazgeçtik..
pazar günü denize girmeden erken yola çıktık, rahat rahat molalar yaptık.. giderken içemediğimiz susurluk ayranını bu kez içtik.. kestirme yolu dönüşte de bulmasak da, erkenden mudanya'ya vardık... nemli-sıcak havası ve kalabalık görüntüsüyle küçük bir istanbul vardı orada, dondurmamızı yiyip koşarak uzaklaştık..
beni eve bıraktıklarında 01.30'du.. gece uykuya zor daldım, kabus gördüm, uyumaya çalıştığım sıralarda üç buçuğu geçiyordu...
bu arada fotoğraf makinemi de almamıştım, ne çekilir ki diye, pişman oldum mu oldum, müge'den destek alıcaz artık foto konusunda.. (eklerim buraya da)
o diil de, iyi ki gitmişiz... :)

Pazar, Ağustos 05, 2007

yine dondurma..

yolunuz üsküdar'a düşerse ya da düşürmeye çalışın ve kanaat lokantası'nın dondurmasından yiyin.. sütlü tatlılarıyla birlikte de deneyin isterseniz ama bence, dondurmasını ayrı bir deneyin.. çikolatalısını yerken çikolata, kaymaklısını yerken süt tadı alabildiğiniz, gayet yoğun-maraş gibi- ve lezzetlidir dondurması.. vişne ve limon gibi meyveli olanları ise eski usul, buzul yapıda, serinletici...

bir de beşiktaş'taki roma dondurmacısı'na uğrayın.. belki size de çocukluğunuzu hatırlatır, belki dondurmasını çok seversiniz.. ben genelde çok karışık dondurma yemem,en fazla üç çeşit.. tatları karışıyor falan diye.. ama roma dondurmacısı'nda kaideyi bozarım.. türk kahveli olanı tadın, böğürtlen, karamel, kaymak, çikolata, vişne... aynı çok özendirici reklam çalışmalarındaki gibi, rengarenk,üstüste...

motor sistem..

ben küçükken dışarı dolaşmaya çıktığımızda bir seçim yapmam gerekirdi.. mısır mı yiyeceğim yoksa dondurma mı.. ikisini birden yemenin zararlı olacağına dair artık yeterli bilgim oluştuğundan,neden ikisini birden yiyemeyeceğimi de sormazdım... her seferinde, gönlüm seçmediğim diğerinde de kalarak birini yerdim...
sonra aç karnına da yenmezdi dondurma ya da mısır.. mideyi bozardı falan...
neyse işte büyüdüğüm halde çocukluk alışkanlığı şeklinde yine yemedim bu ikiliyi bir arada ve aç karnına..(ikili denmez aslında hiçbir zaman birarada olamayanlara)
iyi ama bunlar besin değil miydi,aç karnına neden yenmesindi..önce bu "zinciri" kırdım...
ve biri ana yemekse diğeri tatlı olamaz mıydı... sonra da bu zinciri..
mısır yedikten sonra dondurma yemek... ne güzeldi, tüm çocukluğum ve büyüme evrem sırasında yapmak istediğim bi'şey..(hahaha embesil gibi oldu biraz,neyse..)
fakat gördüm ki, bu oluşuma hazır olmayan mide ve daha ziyade arkadaşları bu işe biraz bozuldu.. ki biz arkadaşlarına motor sistem de deriz... o gün bugündür, bunları bir arada yine yemiyorum diyemem.. canım istediği zaman istediğim şeyi yiyorum..

ve anladım ki, eğer yerleşik bir sistemi değiştireceksek bunun iki yolu var.. ya bir anda ve .ıçarak, ya yavaş yavaş alıştırarak...
(iyi de ben böyle bir sonuca bağlamayacaktım,bu nerden çıktı, biri bilgisayarıma mı girdi.. bu yazı alegorik değildi ki.. mısır ve dondurma bişeyi temsil etmiyo ki.. motor sistem de öyle.. yoksa ediyor mu.. amaaan napiyim ederse etsin, isteyen istediğine yorumlasın mı diyim.. yoksa şu son paragrafı silerek tüm bunlara bi son mu vereyim..bunları niye ciddiye aldım ki iki dakkada, altı üstü tırtır olma üzerine bi yazı işte...)

not: bu yazıyı yazan kendini tutamadı ve dondurmalı bir yazı daha yazdı..

Çarşamba, Ağustos 01, 2007

serinlik...

ne soğuk,ne sıcak.. ferah değil,ama zıddı kesinlikle değil.. serin..
yağmursuz ama güneşsiz de bir günde, ifil esen rüzgarda, sabit durur gibi yürümek caddelerde.. enerji harcamıyor gibi... berrak değil ama sigaradan hafif közlenmiş bir ses, hiç sigara içmemiş bir nefes gibi.. yok,berrak aslında.. dingin.. kuş tüyü bir yatağa kendini bırakır gibi.. sarılmak gibi yumuşacık ama sıkıca...

bir daha seyrettim say something videosunu...
ne güzel süzülüyor yaşlar, o ses ne güzel çıkıyor o sırada..