Cumartesi, Kasım 12, 2011

esenlerde gidecek var

sözler ağır gelir bazen, hiç konuşmamak hafif...
miskinlik gereksizlik hissinin tavan yapmasıysa miskinlik tacımı gururla taşıyorum şu sıra.

olay örgüsü şöyle ilerliyor; filancayı arayayım da bir şeyler yapalım diyim, elim henüz telefona gitmemişken nereye gidip oturacağımızı, ne içeceğimizi kafamdan geçiriyorum... kadıköy'e gideriz, bir margarita söylerim falan...
telefonu elime alıyorum, kişi ismini bulurken yine kafamdan kurguluyorum. az gürültülü, güzel müzikli bir yer olsun, taksim'e mi gidelim desem yoksa?
gittiğimiz yerde ne konuşacağıma sıra gelince gerçekten konuşmak ya da dinlemek isteyip istemediğime karar verme aşamasında takılıp kalıyorum. nasıl gidiyor diyeceğiz karşılıklı, eh işteler, püfler, belki biraz değişik olaylar, insanlar... işler ne alemdeler, bilmemkimler geliyormuş konsere gidelimler, şu filmi izledin miler...ee hayat daha başka nasıllar, aşklar, meşkler...amaaan takmalar... hayırlısılar, kısmetler...
telefon ekranına bakakalmış az önce kafamdan geçen sahneler onun ekranında oynuyormuş gibi epey bir durakalıyorum öyle, durarak kendimi ikna edecek gibi.
hava değişir, düşüncelerin değişir, modun değişir ara...ara...ara...
sonuç; vazgeçiyorum.
bir yarım saat geçiyor.
diyorum ki kişiye bağlıdır belki bu vazgeçme diyalogları, bir başkası için telefonu elime alıyorum, benzer kurgu, döngü...
ben değişmiyorum ki karşımdaki değişse ne olacak diyeceğim ama kendime haksızlık tacını da taşımak istemiyorum şu an. modumu değiştirebilecek kimse yoksa bundan da sorumlu ben olmiim bir zahmet.
ne gereksiz bir şey, konuşmak, anlatmak.. neyi çözeceğiz, ne anlayacağız.
hele şu günlerde, ne tespit, ne objektif durma, ne muhalefet yapma isteğim varken.
bir margarita için şu soğuk günde değer mi hazırlan, dışarı çık felan fişmekan diyorum en son.. aslında sadece bir margarita için değer belki de...
ve tüm miskinliğime ters şekilde aslında tümden gitmek istiyorum ben.