Perşembe, Eylül 25, 2014

havada asılı kalmak

yerçekimsiz ortamda bulunma görüntüsü düşün, yok yok tüple dalışta suyla denge pozisyonunda olduğunu düşün... ama o esnada havadasın tamam mı? bir dinginlik, bir hafiflik, bir huzur duygusu çağrıştırıyor bu görüntü değil mi? şimdi de, arkandan köpek sürüsünün koşturduğunu ve kalbin yerinden çıkacakmış gibi kaçtıktan sonra sığındığın bir kapı aralığında dururken vücudunun sana hissettirdiklerini düşün. ve son olarak bu iki anı bir araya getir. havada asılı kalmışken maratona katılmışsın. işte şu günlerde bulutların arasında ağırlıksız uçuşur gibiyken, içimde fırtınaların coştuğu hallerdeyim. ne dinginliğin sebebini biliyorum, ne fırtınanın... ne kabullenebilmiş gibiyim ne tümden rahatsız... ne yere inmek için bir çabam var, ne sakinlemek için. yerle gök arasında bir yerlerdeyim desem çok iddialı, ama ne yerdeyim ne gökte.

Pazartesi, Eylül 22, 2014

her ay...

(2013 başlarından)
bir iş çıkışı daha.. canımın eve gitmek istemediği zamanlardan...

artık eskisi gibi aklıma ne eserse, nereye gitmek istersem oraya modunda da değilim.. yaşlanıyor olmalıyım...

dahası elim telefona gitmiyor.. gidiyor, sonra vazgeçiyor.. isimler seçiyor, ara demeden ana menüye dönüş... o kararsızlık anında biri arasın diye bekliyorum... hayır yapmayacağım, aramayacağım derken birini arıyorum.. anlamsız, gereksiz...

kendime acıyorum, sevgisizlikle boğuyorum kendimi... neredeyse ağlatacağım... tam sınırda duruyorum... tamam iyi hissetmiyor olabilirsin ama sırf *************** diye oluyor bunlar, biliyorsun.. sıkma kendini işte...

niye her şey anlamsız.. hep mi öyleydi.. eve gitsem ne olacak, dışarlarda sürtsem ne olacak.. öyle olsa ne, böyle olsa ne... aynı hesap.. şimdi uyurken ölüversem ya serviste.. yok servis giderken atlayayım yola..yok köprüden..yok eczaneye uğrayayım uyku ilacı falan.. yok.. yok.. ********** etkisi bu...

işyerindeyken de esti böyle bir dalga.. sonra dedim ki-kendime tabi- beni dışarıdan görenler, hatta tanıyanlar, içimden şuracıkta ölsem, nasıl ölsem ki diye düşündüğümü bilir mi.. kim bilir, kimler ne düşünür bize gülümserken, biz gülümserken...


düpedüz sahteymiş len diyorum bazı şeyleri görüp düşününce... hem ben de gıcık bir insanım belki, belki böyle şeyleri düşünüp,konuştuğumdan.. belki ben kendimi düşündüğüm gibi biri değilim.. belki ben beni başka birşey sanıyorum..


ayda bir oluyor işte.. ölecem-lafın gelişi- hala alışamadım kendime...


bir de çocuğunuzun ismini sevgi koymayın.

Neden Rusya?

Я не любопытство

Salı, Eylül 16, 2014

bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi...

Üsküdar'daki evimizin bahçesi çocukken bana dönümlerce büyüklükte gelirdi.

Anneannemlerin evine gittiğini düşündüğüm 'gizemli' geçitleri, aşılmaz duvarları olan, kar yağdığında yığınları içinde kaybolduğum, babamın tavuklarını besleyip, horozundan korktuğum- horozlar hep çılgın oluyordu-evde beslediğim tavşanım eve sığmaz hal alınca bir köşesinde büyütmeye devam ettiğim, ördeklerimize havuz yetmeyince hortumla yıkadığım, demir salıncağında sallanmak dışında türlü çeşit maceralar yaşadığım-kimi zaman bir akrobat, kimi zaman bir gemi kaptanı gibi-, solucanları bölerek çoğaltacağımı düşündüğüm, evdeki bebeklerimi çıkardığım için annemden sıkı bir patak yediğim, ablamla, kuzenlerimle, şimdi hangisi ne yapar bilmediğim komşu çocuklarıyla beraber büyüdüğüm bahçe.
Bir de herkesin bahçesi var zannederdim, büyük bir nimet olduğunu yaşım ilerlediğinde anladım. Özellikle bunları anlattığım kişilerin, "Üsküdar'ın ortasında , gerçekten mi?" tepkilerini duyduğumda ayırdına varmıştım.

Bizim bahçenin bitişiğinde, içinde pek yeşilliği, bitkisi olmayan, toprak bir alan daha vardı. Bu boş alanın hemen bizim bahçe duvarına yakın tarafında ise evimizin boyunca bir çam ağacı (4.katta oturuyorduk). Aynı ilkokulda resmini yapmayı öğrendiğim gibi, üçgen basamaklar gibi büyükten küçüğe doğru göğe yükselen dallarıyla koca bir çam. Rahmetli dedem, o çam ağacına simetrik olacak şekilde bizim bahçeye de ıhlamur dikmişti, hatta ıhlamur da dikmişti. Hurma ve babamla diktikleri diğer meyve ağaçlarına ek olarak.

Önce arazinin satıldığı ve ev yapılacağı haberi geldi, sonra inşaat araçları. Ve gözümüzün önünde yıkıldı o koca çam. Yıkılışını annemle izlerken ağladık. Anlam veremiyordum, ağaç orada kalsaydı, ev yapılmasına engel miydi ki?
Dedemi kaybettikten yıllar sonra, camımızdan tatlı tatlı görünen ıhlamur da kurudu.

Tüm bunları bana hatırlatan, Kadıköy'deki evimin bahçesinde balkonumuzu aşan boyuyla bana bakan çam ağacına teşekkür etmeliyim sanırım.

Aylardır anlatmak istediğim, bir türlü fırsat ve cümle bulamadığım hayatımdaki 'devrim' niteliğindeki gelişme.
Vakti çoktan gelmişti de hatta ben vaz bile geçmiştim, aileden ayrı eve çıkmaktan.
Anne ve babamla geçireceğim vakitleri, kendi bağımsızlık duyguma feda etmeyeyim diye.
Hazirandan itibaren kuzenle yeni bir hayata başladık. Giriş ve gelişme kısımları aileyle diyaloglarda biraz sıkıntılı oldu, ama sonuç fena değil gibi şimdi.
Hala arada içim buruluyor tabii. Sonra bazı şeyleri düşünmek ve tasavvur etmek istemesem de, bir şekilde onlara dayanaklandırarak kendimi avutup ikna ediyorum. Gerçek yalnızlığa, -eğer varsa- bağışıklık kazanmaya çalışıyorum.

Ağaçlar da, dedem de, babanem de benden izin almadan gitmediler mi sonuçta?

Sevmenin en kötü yanı kaybetmek.