Çarşamba, Ocak 29, 2014

ne yediyse bana da ondan...

biraz frenler tutmaz, yaylar gevşemiş, civatalar hoplamış vaziyete geçince öğlen ne yedin sen yemekte diyoruz ya, he işte diyoruz... ben o hallerimizi çok seviyorum, lambur lumbur, düşünüp hissettiğin gibi ve karşındakinden en fazla bu gibi bir cümle duyacağının, çok da başka bir tepki almayacağının rahatlığı... çok da başka tepki almayacak, neden? çünkü geçici ve birkaç anlık bir şey olduğu ön kabulü var, biraz uzun sürse, hep öyle olsa aynı esprili ve hoşgörülü yaklaşım oluşur mu? sanmam.

şubat geliyor, sevgililer günü olacak ya, ben de ilgililer günü yapmak istiyorum.
hikayesi de var hatta, ama halkımız bunu duymak için hazır değil henüz. o yüzden hikayesini sonra anlatacağım, hadi selametle.

Pazar, Ocak 05, 2014

sanmıyorum öyle değildir...

her şey çok güzeldi, ta ki yeni umutlar yeşerinceye kadar, zira umutlarla beslenen bir canavar vardı ve biz varlığından bihaber yaşıyorduk. o günlere dönüp bakınca, yine iyi beceriyormuşuz diyorum.
düşünsene arkadaşlarınla keyifli bir akşam geçirmiş, hem eğlenmiş hem zihin açıcı muhabbetlere girmiş, hem dünyayı kurtarmışsın çapınca, sonra eve dönüş yolunda birden çıkıyor o canavar, hapur hupur yiyor umutlarını. canavarı etkisizleştirmenin yegane yolu senin gibi düşünen biri daha olduğunu bilmekten geçiyordu. ama bu kadar da kolay değildi, çünkü düşüncelerimizin sabit de kalamadığı zamanlardı bunlar. bir an doğru dediğimize hemen sonrasında yanlış diyebiliyorduk.
en şanslılar, bulundukları yerden ve doğrularından anlaşılamaz bir şekilde emin olan, yerlerinde sabit duran insanlardı. şanslı diyorum ama onlara hayret etmemek de mümkün değildi. bir insan gördüğü ve düşündüğünden zamanla bile değiştirmeksizin nasıl emin olabilirdi. söyledikleri, düşündükleri konusunda ısrarcı olan insanlardı belki de dünyaya şekil verenler, ama bizim gibilere anlamsız geliyordu bu sabitlikleri.
her şey doğru, her şey yanlış olamaz mıydı?
tuhaftır, umutlarımızı yeşerten bu gelgitli gerçekliklerdi, çünkü böylece imkansız dediğimiz mümkün olabiliyordu. ancak canavar sağolsun, mümkünlerle besleniyordu. bir ızdırap, bir karamsarlık, bir çöküş sancısı başlayınca anlıyorduk enfeksiyon kaptığımızı. bazen tükürünce geçiyordu, atıyorum tabii ki, tükürünce geçer mi hiç?! uyumak çare olabiliyordu ya da amaçsızca yürümek yollarda, bir de tatlı tüketmek. bilimsel olarak da ispatlandı hatta, 10 saat uyumak ya da sütlü/şerbetli tatlılardan yemek ve sonra karnını ovuşturmak da iyi geliyordu umutsuzluğa. yine attım evet.
bence artık okumasan iyi olur, ben de yazmayayım.

hayal edebilmek ne güzeldi, hayallerine inanmak falan, o zaman sadece çocuk muyduk, çocukluk bitince umutların yoğunluğu da azaldı sanki, zamanla suyunu fazla katıyorlar seyreliyor, her şeyde bir katakulli.

gerçekçiliğe ve mantığa gereğinden fazla önem veriyoruz galiba, ama dönüş de yok artık geri. bir kontrollü olmaktır gidiyor, çok afedersin tecrübe ve yaşanmışlıkları şeyedeyim. hiç düşündün mü, belki doğru yerde ve zamanda yaşamadın o tecrübe dediğin şeyi ve bir yanlış üzerinden kendine yol tuttun.

2014 yıl geçmiş ya.